Plazma Evren Modeli




Bilim Çevrelerinde ve Kamuoyunda Büyük Patlama Kuramı‘nın büyük bir popülaritesi var . Bu yazıda , farklı bir evren çizen Plazma Evren Modeli ‘ni
tanıtmaya , bu modeli savunan bilim insanlarının Büyük Patlama kuramına getirdikleri eleştirileri yansıtmaya çalışacağız
Derleyen : Özgür Akarsu
Bilim ve Ütopya dergisi
Ozgur Akarsu
Post-doctoral Fellow, Koç Üniversitesi - Koç University
İstanbul, Turkey
Research field: Astronomy / Astrophysics / Space Science - Cosmology General Relativity, Cosmology, Inflation, Dark Energy, Anisotropic Universes, Inflation, Imperfect Fluids


Bartalamyus , evren modelinde , üzerinde yıldızların çakılı olduğu kristal küre evreni iki kısma ayırıyordu. Bunlardan biri Dünya ‘nın birkaç katı büyüklüğünde betimlenen kürenin içinde kalan “ dünyasal Alem” diğeri ise kürenin dışı olan “ kutsal Alem”. Bu evren tasvirinin Aristotales uyarlamasında da bilim sadece bu kürenin içinde kalan alanı bir yere kadar açıklayabilir ama kutsal-alem asla deniyordu !
Kopernik Devrimi bu güzel küreyi kaldırdı ve Newton , kendi bahçesinde bulmuş olduğu yasaların gökyüzüne de uygulanabileceğini bu yasaların Güneş sisteminin mekaniğini açıklayabileceğini gösterdi. Böylece doğa yasalarının en azından Güneş sistemi içerisindeki evrenselliği ortaya çıkarmış oldu. Ortak kütle merkezi etrafında dolanan ikili yıldız sistemlerinin gözlemlemesiyle de hem evreni hem de düşünce sınırlarımızı genişlettik , doğa yasalarının evrenin her noktasında aynı şekilde işlediğini gördük.
20 yüzyılda fizikte ve gökbiliminde gerçekleştirilen gelişmeler sonucunda yeni evren modelleri ortaya atıldı ve bu yeni kuramlar bilim insanları arasında büyük tartışmalar yol açtı . Bunlardan en popüler olanı Büyük Patlama Kuramı . Bu derlememizde Türkiyeli bilim okuru tarafından pek bilinmeyen , ama farklı bir model öneren Plazma Evren Modeli ‘ni tanıtmaya , bu modeli savunan bilim insanlarının Büyük Patlama Kuramına getirdikleri eleştirileri ve kendi açıklamalarını yansıtmaya çalışacağız.

Bu resim Hubble teleskopu tarafından
Big Bang patlamasından sadece 200 000 sene sonra ki evrenin halini gösteren bir resimdir
Yani bugünden 13.500 milyar sene evveline ait

Büyük Patlama Kuramı ve Dayanakları .

Bugün evrenin nasıl başladığı ve biçimlendiği konusunda başı çeken ve en tanınmış kuram Büyük Patlama Kuramı ( Big Ben ) . Büyük Patlama Kuramı ‘nın en bilinen tezi evrenin bundan 15 - 20 milyar yıl kadar önce sonsuz küçük tekil bir noktanın patlaması ile oluştuğu iddiasıdır.
Büyük patlamayı savunan gök bilimciler görüşlerini esas olarak üç sütun üzerinde inşa ediyorlar.
Bunlardan birincisi : Amerikalı Astronom Edwin Hubble ‘ın Mount Wilson Gözlemevindeki 2.5 metrelik teleskop ile sarmal kollu gök adalar üzerinde yaptığı çalışmada gökadamızdan daha uzaktaki gök adaların daha hızlı daha yakındakilerin ise daha yavaş olmak üzere bizden uzaklaştıkları gözlemledi. Diğer bir değiş ile evren sanki bir noktadan şişmeye başlamış gibi her yönde aynı hızla genişlemekte idi. Zamanı , filmi geri oynatır gibi geriye doğru izlersek geçmişte bir yerlerde evrenin kendi üzerine çökmüş olması gerektiği , filmi en başa sardıktan sonra tekrar izlediğimizde de evrenin büyük bir patlama ile şişmeye başlaması gerektiği sonucu çıkarıldı.
İkincisi ise evrende ölçülmüş olan “ hafif elementler” bolluğudur. Hafif element ler dendiğinde , hidrojen ve onun izotopu olan döteryum , helyum ve lityum elementlerini anlıyoruz. “ Element bolluğunun ölçülmesi kocaman bir kekin pişirildikten sonra malzemesinin ne olduğunu araştırmaya benziyor”( Jeff Kanipe)
Evrenin hamurunun ne olduğu sorusuna küresel kümelerdeki yaşlı yıldızlara bakarak yanıt arandı.
Türlü çabalardan sonra Büyük Patlama Kuramı , gözlemlenen element bolluğunu yaratabilecek hale getirildi.
Üçüncü İse : büyük patlamadan kaldığı düşünüler kozmik mikro dalga artalan ışınımıdır. Ralph Alpher , Robert Herman ve George Gasmov ‘a göre : büyük patlama , gerisinde evrenin her yerini kaplayan bir ışınım bırakmış olmalıydı. Ve buna “ mikrodalga artalan ışınımı” dendi.
Bu tanımdaki artalan sözcüğü bu ışınımın herhangi bir gök cisminden kaynaklanmadığını Büyük Patlama ‘dan arda kalan fosil ışınımı olduğunu ve gözlenebilir evrenimizin ötelerinden her yerinden geldiğini anlatır. Gerçekten de radyo teleskoplar gökyüzüne çevrildiğinde yönden bağımsız olarak her taraftan aynı dalga boyunda ışınım algıladılar. Bu her yeri kaplayan ışınımın sıcaklığının mutlak sıfırın hemen üzerinde 2.73 kelvin (K) olduğu yani doğum günü mumundan 10x8 kezdaha zayıf bir ışınım olduğu ölçüldü.




Artalan ışınımın en büyük özelliği radyo teleskoplarımızı hangi noktaya çevirsek çevirelim her noktada 2.73 K sıcaklığına denk gelmesidir. Ancak ciddi bir sorun vardı, çünkü evrene bakıldığında
Eş dağılım görülmüyor , aksine 10x9 tane gökada aralarında dev boşluklar olan duvarlar ve tabakalardan oluşuyordu. Evren peynirdeki delikler gibi boşluklar ve yumrulu yapılar sergilemekteydi. Astrofizikçiler eş dağılımsız görünen bu yapının oluşmasına neden olan her ne ise onun etkilerinin
Artalan ışınımında da gözlemlenmesi gerektiği ortak fikrine vardılar. Diğer bir deyişle evrenin her noktasında 2.73 K olarak ölçülmesi gereken değerin iniş ve çıkışlar yani dalgalanmalar göstermesi gerektiği sonucunu çıkardılar.
1992 yılına kadar bu konu ile ilgili yeterli bir sonuç elde edilmedi. 1992 yılında COBE ( Cosmic Background Explorer ) Kozmik ardalan kaşifi isimli uydunun ardsalan ışınımında dalgalanmalara rastladığı duyuruldu. Bu duyuru pek dramatikti . bir gazete “ Astronomlar Tanrının ‘ yüzünü gördü “
diye yazdı. Bir kitapta da ardalan ışınımlardaki dalgalanmalar “ Tanrı’nın parmak izleri” olarak yorumlandı.




Peki bu artalan ışınımın gerçektende “artalandan” geldiğini kanıtlayabilecek ya da yanlışlıya bilecek gözemler yapılabilir mi ?
Evet yapılabilir . COBE ölçümlerini bugün bildiğimiz en büyük yapılardan daha büyük ölçeklerde gerçekleştirdi. Bugün gökbilimciler bu dalgalanmaları daha küçük ölçeklerde gökadalar seviyesinde ölçebilecek araçlar kullanabiliyorlar. Bu araçlarla artalan ışınımının gerçek artalandan mı yoksa gökadalar arasında tuzaklanmış olan PLAZMA’dan mı geldiği araştırılabilir. Bunu COBE yapamazdı; çünkü çözünürlüğü yani kullandığı ölçek gökadaların oluşturmuş olduğu süper kümelerden büyüktü . Buna karşın COBE nin ölçümleri hala birçok bilim insanının kafasında Büyük Patlamanın kanıtı olarak gösterilmektedir.
Ancak büyük patlama kuramcılarını yine bir sorun bekliyordu: artalan ışınımındaki dalgalanmalar bugün evrende gözlemlenen 100 milyon ışık yılı genişliğinde 1 milyar ışık yılı uzunluğunda dev gökada kümelerini oluşturmaya yetebilecek genlikte değildi.
Bu yapıları açıklayabilmek için kuramda bazı “ ayarlamalar” yapıldı: Evrendeki madde dağılımı aslında yumrulu değil ancak yumrulu gibi görünüyordu. Gök Ada haritalarında açıkça görünen boşluklar karanlık yani bizim gözleyemediğimiz bir tür madde ile doluydu. Bu karanlık madde “
Bizim bildiğimiz türden bir madde değildi, graviton axion gibi - varsayımsal – olan temel parçacıklardan oluşuyordu. Bu nedenle sadece dolaylı olarak kütle çekim etkileri gözlenerek varlığı gösterebilinirdi. Bu madde büyük patlamadan sonra ortaya çıkan maddenin bugünkü yapıları oluşturabilmesi için gerekli olan kütle çekim kuvvetinin kaynağı olmalıydı. Ama karanlık madde bugüne kadar gözlenemedi.
Karanlık Maddenin kanıtlanmasında sadece gözlemsel değil , mantıksal bir sorun vardı : Güneş sisteminde , Güneş’ten uzaklaştıkça gezegenlerin Güneş etrafında dolanma dönemi artar yani hızları düşer. Bunun nedeni kütle çekim ivmesinin uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak azalması dolayısıyla çekim ivmesini dengeleyen merkezcil ivme için gerekli olan hızın azalmasıdır. Buna benzer şekilde kendi gökadamıza baktığımızda da gökada merkezinden daha uzaktaki yıldızların dolanma hızının merkeze daha yakınlardakilere göre uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak daha az olması gerekir. Ancak gözlemler yıldızların dolanma hızının beklendiği gibi düşmediğini göstermektedir. İşte bu durum karanlık maddenin varlığı ile açıklanmakta. Fakat mantıksal sorun şurada: karanlık madde varsayımı zaten eksik olduğu düşünülen kütle çekim kuvvetinin kaynağını bulmak için ortaya atılmıştı. Çözüm olarak karanlık maddenin yani sadece kütle çekimi özelliği olan bir maddenin önerilmesi kanıt olarak yine çözümün kendisinin öne sürülmesi anlamına geliyor. Böylece bir kısır döngü oluşuyor “ Kütle çekim kuvveti eksik, karanlık madde çözümdür.
Kanıt; gözlemleyemediğimiz karanlık maddenin kütle çekim etkisi “
Şimdi PLAZMA EVREN Modeli ‘nin öngörülerini ve tezlerini açıklamaya çalışalım.




PLAZMA EVREN MODELİ :

Büyük Patlama evrenbilimde kütle çekim evreni biçimlendiren ana etkendir. Plazma evrende ise
Evreni biçimlendiren ana etken kütle çekim değil elektromanyetizma’dır. Plazma evren modeline göre elektromanyetizmanın evrenin yüzde 99’undan fazla bir kısmını oluşturan plazma ile olan etkileşimi sonucu bugünkü yapılar oluşmuştur.
Plazma maddenin dört durumundan biridir ; katı, sıvı, gaz ve plazma. Bunlar arasında plazma maddenin evrende en çok rastlanan durumudur. Maddenin katı sıvı ve gaz durumları bizim en iyi tanıdığımız durumlarıdır ama evrenin toplamda sadece % 1 ‘inden daha az bir kısmını oluştururlar.
Plazmayı maddenin gaz durumu gibi düşünebiliriz, ancak gazı oluşturan atom ve moleküller elektriksel olarak nötr iken plazmayı oluşturan parçacıklar elektrik yüklüdür. Her hangi bir gazı çok yüksek sıcaklığa çıkardığımız da atomlar elektronlerını yitirerek serbest elektronlar plazma ortamının iyonlaşmış duruma geçerler. Atom çekirdekleri pozitif yükle donanırken serbest elektronlar plazma ortamının negatif elektrik yükünü oluştururlar. Böylece plazma negatif ve pozitif elektrik yüklü parçacıklar topluluğu olarak karşımıza çıkarlar.





Plazma ile karşılaştığımız bir diğer örnek şudur; Yağmur bulutlarının alt kısımlarında negatif yükler birikmeye başlar ve bu birikim yerde de pozitif yüklerin birikmeye başlamasına neden olur. Ayrı elektrik yüklü tabakalar arasında oluşan elektrik alan atmosferdeki atomları iyonlaştırabilecek genliklere ulaştığında atmosferde plazma yapı oluşur. Plazma yapı altından da iyi bir iletkendir ve iki tabaka arasında kanal görevi yaparak yük boşalmasına neden olur ve biz bunu şimşek olarak görürüz.
İnsan yapımı plazma kısa ömürlüdür. Neon veya flüoresan lambalardaki plazma da varlığını sadece yandığı sürece sürdürebilir. Ancak kozmik plazma çok daha uzun ömürlüdür. Örneğin yıldızlar çekimsel olarak bir arada bulunan plazma yumağıdır, yıldızlar arası ve gökadalar arası ortam tamamen plazma durumundadır.
Plazma astrofiziği ve evrenbiliminin kökleri 1896 ‘lara kadar uzanır. 1896 yılında hayatını laboratuarda katot ışınları ve parçacıkları üzerine çalışarak geçiren Kristan Birkeland bir makalesinde şu sözlere yer veriyor. :
“ ….. kuzey ışımasının ( auroranın ) uzaydan gelen parçacık ışınlarından kaynaklandığı inancımı ilk kez açıklıyorum”
Burada parçacık ışınları dediği şey henüz adı konulmamış plazmadır . Plazmanın isim babası ABD General Electric şirketinden Irwıng Langmuir dır. Elektrik boşalmalarının gazlar üzerindeki etkisini incelerken plazma ile tanışmıştı . Plazmanın canlı gibi davranışları sergilemesi onun tıp bilimi terminolojisinden seçtiği plazma sözcüğünü kullanmasına neden olmuştur.
Gerçekten de 1974 yılında yapılan uydu gözlemleri kutup ışımasının (auroranın ) nedeninin Güneşten kurtulup gezegenler arası ortamda yolculuğa çıkan ve Dünyanın manyetik küresince tuzaklanan plazmanın ortaya çıkardığı elektrik akımlarının sonucu olduğunu göstermiştir.

Kütlesi olan her madde çekim kuvveti doğurur ve bundan etkilenir. Ancak elektrik ve manyetik alan ile karşılaştığında genliği çekim kuvvetinin genliğinden 10x36 kez daha büyük olan elektromanyetik kuvvetlerin etkisi altına girer. Ayrıca elektrik ve manyetik alanlar ile etkileşime girdiği gibi kendisi de bu alanları oluşturabilmektedir. Bu yapısal özelliklerden dolayı plazma uzayda eşit dağılım göstermemekte, elektrik ve manyetik alanların varlığında hareketleri belli yönleri yeğlemektedir . Söz konusu olan bu olguların hepsi laboratuar ortamında kontrollü deneylerde doğrulanmıştır.
Plazmanın salmış olduğu ışınım her zaman ısısal olmayabilir. Synchrotron ışınımı yani ısısal olmayan ışınım da üretebilmektedir.
Bu ışınım manyetik alan çizgileri etrafında sarmal yörüngelerde , ışık hızına yakın hızlarda dolanan serbest elektronların ivmelerinden kaynaklanmaktadır . Bu tür ışınımlar 1930 ‘lu yıllarda parçacık hızlandırıcılarda üretilebiliniyordu. Bu tür ışınımların evrende doğal süreçlerde de üretilebileceğini dikkat çeken ilk bilim insanları Hannes Alfven ,Nicolai Herlefson ve Karl Kiepeneuer’ dir. Daha sonra Güneş ile ilgili çalışmalarından dolayı Nobel ödülü almış olan Alfven ışık hızına yakın hızlardaki elektronların evrenin her köşesinde gözlenebildiğini bu nedenle de evrenin her yerinin akım tabakaları, akım halatları ile bir ağ gibi örülmüş olması gerektiğini iddia etmiştir. Dolayısı ile evren en büyük ölçeklerde bile Arıkovanı gibi hücresel ve filamenter yapılar sergilemeliydi.
1980 ‘ler de gök ada süper kümeleri gözlemlediğinde evrenin Alfven ‘in dediği gibi bir yapı sergilediği görüldüğü halde ciddiye alınmadı . Büyük Patlama kuramcıları kendi beklentilerini daha büyük ölçeklerde sağlayacakları umudunda idiler.
Bu sefer 15 – 20 süper kümeden oluşan devasa bir yapı daha buldular . VLA adı verilen radyo teleskoplar dizisi ile çalışan bir gurup , gök adamız merkezi yakınlarında radyo ışınımı yapan ve uzunluğu 120 genişliği 3 ışık yılı olan filamenter bir yay buldular. Gözlemlene bilen evren her geçen gün gelişen teknoloji ile biraz daha büyümektedir.
Daha büyük ölçeklerde de evrenin farklı akım tabakalarından oluşan farklı sıcaklıklarda ve yoğunluklarda bölgelerden oluştuğu hiyerarşik yapı sergilediğine dair çok güçlü kanıtlar vardır.
Eş dağılım arayışının temelinde Einstein ‘ ın kozmolojik ilkesi yatar. Einstein evren modelini ortaya koyarken en büyük ölçeklerde düşünüldüğünde evrende maddenin eşit dağılım gösterdiğini düşünmüştür. Einstein sırf felsefi ve estetik kaygılardan dolayı bu yolu seçmiştir.
Çünkü büyük hacimlerde az yoğunluk küçük hacimlerde çok yoğunluk varken evrenin bir küre olarak kendi üzerine kapanmasına gerek kalmayacaktı, yani sınırsız bir evrende yaşıyor olmamız gerekecekti . Einstein zamanında yapılan gözlemler evrenin eş dağılımsız olduğunu göstermesine karşın ömrü boyunca evrenin daha büyük ölçeklerde eş dağılım sergileyeceği inancı ile yaşadı.
Büyük Patlama Kuramı’nı savunan bilim insanları bugün de bu inanç peşinde koşmaya devam ediyorlar.
Bugün Radyo Astronomi gözlemleri evrende eş dağılımı destekleyebilmek için kuazarlara sarılmıştır. Ancak bu gözlemlerden çıkan sonuçların hemen hemen hepsi kuazarların kozmolojik uzaklıklarda olduğu varsayımına dayanır. Ancak bu varsayım da ileride değinileceği gibi sorgulanabilinecek ve çürütebilinecek bir varsayımdır. Kuazarların gökada merkezinden fırlatan yüksek enerjili plazma olduğuna dair güçlü kanıtlar vardır.
1995 de Lerner , COBE ölçümlerinden elde edilen mikrodalga artalan ışınımındaki dalgalanmaların genliğinin bugünkü yumrulu yapıları oluşturabilecek büyüklükte olmadığını kanıtlamıştır. Plazma evrende gözlemlenen yumrulu yapıları oluşturmak için “ karanlık madde” ye ihtiyaç yoktur.
Laboratuarlar da yapılan deneyler filamenter akım tabakalar içerisinde kalan plazma güç kaynaklarının, evrenle karşılaştırdığımızda küçük hacimlerde de olsa mikrodalga artalan ışınımı üretebileceğini göstermiştir. Bu durumda dev filamenter akım tabakaları yıldız gibi ışınım kaynaklarından çıkan enerjiyi bir kafes gibi tutabilir. Böylece evrenin başlangıcından kalma olduğu
İddia edilen mikro dalga artalan ışınımı bilinen fiziksel süreçlerle açıklanabilmektedir. Gerçekten de gözlem verilerinden elde edilen enerji yeğinliğinin bugün gözlemlenen evrenin 2.87 K değerinde olan kara cisim ışımasını sağlayabildiği gösterilmiştir. Bu değerin COBE ‘nin 2.73 K değerindeki ölçümüne yakınlığı plazma modelinin tutarlılığı olarak yorumlanmıştır. Laboratuar koşullarında plazmanın tabakalı yapılar oluşturduğu deneysel olarak gösterilebiliyor. Plazma Evren Modeli savunucuları mikrodalga artalan ışınımının kendi deyimleriyle Büyük Patlamacılar gibi bilimsel yöntemin dışına çıkmadan “ karanlık madde “ gibi “hayalet “ oluşumlara başvurmadan açıklanabilineceğini söylemektedirler .
Büyük Patlama Kuram’nın en önemli dayanağının Edwin Hubble ‘ın gözlemlerinin yorumlanması sonucunda evrenin genişlediği iddiası olduğu söylenmişti. Genişleme süreci geri çevrildiğinde evrenin 20 milyar yıl kadar önce tek bir noktaya indirgendiği ve bir patlamayla genişleme sürecinin
Başladığı belirtilmişti. Bu iddia gök adalardan alınan ışımalın Doppler etkisinden kaynaklandığı söylenen kırmızıya kaymalarına dayanılarak ortaya atılmaktadır. Ancak 1986 yılında Havai Üniversitesinden Brent Tully milyarlarca ışık yılı uzunluğunda 300 milyon milyon ışık yılı genişliğinde 100 milyon ışık yılı kalınlığında gök ada kompleksleri buldu ve 1990 ‘da buluşun doğruluğu kabul gördü. Ancak gök adaların devinim hızları ölçüldüğünde ve gerekli düzeltmeler yapıldığında bu yapının oluşması için gereken sürenin evrenin iddia edilen yaşından beş kat fazla yani 100 milyar yıl olduğu hesaplandı.
Gözlemler gerçekten de çoğu gökadanın tayf çizgilerinin kırmızıya kaydığını göstermektedir. Bu durum genelde gökadaların bizden uzaklaştığı dolayısı ile evrenin genişlediği biçimde yorumlanabilir.
Uzun bir süre kırmızıya ve maviye kaymanın sadece iki nedeni olduğu düşünülüyordu . Bunlardan biri ışınım kaynağının gözlemciğe göre hızından kaynaklanan Dopler etkisi, diğeri ise kaynaktan çıkan bir ışınımın gökada, kara delik gibi gökcisimlerinin oluşturduğu büyük kütle çekim alanlarından etkilenmeleriydi.
Ancak 1989 yılında Rochesrter Üniversitesinden Emil Wolf plazma evren bilimcileri tarafından desteklenen yeni bir teori geliştirdi. Bu yeni teori kırmızıya kayma için kaynağın gözlemciye göre devinimden ve kütle çekiminden başka bunlardan bağımsız üçüncü bir etken önermektedir.
Bu üçüncü etken ışınımın enerjisini demet halinde salan, yani, Lambertian olmayan ışınımın
Kaynakları için geçerlidir. Bu tür ışınımlara laser, maser, Ve synchrontron ışınımları örnek olarak verilebilir. “ Wolf –etkisi “ olarak bilinen bu etken ışınımın saçılma sürecinin, tayf çizgilerinde kırmızıya neden olabileceğini söylemektir. Gök adadan ayrılan bir ışınımın saçılma sürecinin tayf çizgilerinden kırmızıya kaymaya neden olabileceğini söylemektedir. Gök adadan ayrılan bu ışınım farklı yoğunluklarda plazma ortamlarından geçer ve bu ortamlardaki atomlar rastgele yönlerde sürekli devinim halindedir. Bu sırada ışınım enerji kaybedebilir, yani frekansı düşer ve ışınım tayf’ın kırmızı ucuna doğru kayabilir. Ölçülen kayma miktarı da gözlemcinin kaynağa göre duruş açısına bağlıdır.
“Wolf –etkisi “ laboratuarlarda yapılan birçok deneyle desteklenmektedir. Bu teori birbirleri arasında madde akışı olan ve buna karşın çok farklı kırmızıya kayma değerleri gösteren gökcisimlerini açıklamakta başarılı görünmektedir.
Halton C.Arp’ a göre NGC 4319 sarmal kollu gök adası ile Markarian 205 kuazarı arasındaki madde aktarımı Büyük Patlama Kuram’nın yanlışlığını göstermektedir. Çünkü bu iki gökcismi çok farklı kırmızıya kayma değerleri sunmaktadır. Kırmızıya kayma yoluyla hesaplanan hızlarına göre kuazar bizden 21 000 km/s hızla uzaklaşırken gökadanın hızı 1700 km/s olarak hesaplanmıştır. Bu gökada bizden 17birim uzaklıktaysa kuazar 210 birim uzaklıktadır anlamına gelir. Durum böyle olduğunda aralarında nasıl olup da madde akışı olduğu yani bunların birbirleri ile nasıl temas halinde olduğu soruları ortada kalmaktadır. . Benzer bir çok örnek H.C. Arp tarafından yayınlamıştır ve bunlar Büyük Patlama kuramcıları için sıkıntı kaynağıdır.
Öte yandan kuazarların da demet halinde ışınım saldığı biliniyor. Bu durumda kuazarların Büyük Patlamacılar ‘ın söylediği gibi evrenin en uzak gök cisimleri olduğu savı da doğru olmamaktadır .
Diğer yandan, kuazarların gökada merkezlerinden fırlatılan cisimler olduğu hipotezi her geçen gün
Güçlenmektedir..Dolayısıyla kuazarların sanıldığı gibi çok uzak gök cisimler olması gerekmez . Bu gök cisimlerinin sergiledikleri kırmızaya kayma nın bir kısmı kütle çekimsel etkiden veya doppler etkisinden olabilir. Ancak kuazarların kırmızıya kaymalarında asıl etkinin Wolf etkisi olması çok kuvvetli bir olasılıktır.
İşte plazma evren bilimcileri, Büyük Patlamanın söz konusu üç dayanağına bu itirazları getiriyorlar ve kendi açıklamalarını geliştiriyorlar.

Reply · Report Post