Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve İşçi Hareketi




"Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve İşçi Hareketi" makalesi tr.internationalism.org'dan alıntıdır bölümlere http://tr.internationalism.org/category/tags/osmanli-sol-kanat sayfasından ulaşılabilir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve İşçi Hareketi

1889 senesinde, dönemin farklı sosyal demokrat partilerini bir arada toplamak amacıyla Almanya, Fransa ve Belçika gibi Batı Avrupa ülkelerinin sosyalist partileri tarafından başlatılmış bir girişimin sonucu olarak, gelecekte dünya genelinde komünist hareketlerin çoğunluğunun içerisinden çıkacağı İkinci Enternasyonal isimli örgüt kuruldu. Kuruluşundan çöküşüne kadar Batı Avrupa merkezli bir yapı olarak kalsa da ve merkezileşmiş bir yapıdan ziyade ulusal partilerin bir federasyonu olarak tasarlanmış olsa da, Kuzey ve Güney Amerika’dan Uzakdoğu’ya, İkinci Enternasyonal dönemin dünya genelindeki bütün sosyalist hareketleri için bir çekim ve yönelim noktası olacaktı.

Esasında, İkinci Enternasyonal’in kuruluşunun öncesinde de Batı Avrupa dışındaki kimi ülkelerde sosyalist örgütler ortaya çıkmaya başlamıştı. Öte yandan sosyal demokrat partiler ancak Enternasyonal’in kuruluşunun ardından yaygın olarak şekillenmeye başlayacaklardı. 1891’de, Dimitar Blagoev öncülüğünde Bulgar Sosyal Demokrat Partisi kuruldu. Blagoev’in partisi, 1894’de Yanko Sakazov’un Bulgar Sosyal Demokratlar Birliği isimli örgütüyle birleşerek Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi ismini alacaktı. 1892’de bir yıl sonra Rosa Luxemburg ve Leo Jogiches önderliğindeki Polonya İşçileri Birliği grubunun kendi partilerini kurmak için terk edeceği Polonya Sosyalist Partisi kuruldu. 1896'da Güney Amerika'nın ilk sosyalist partisi olan Arjantin Sosyalist Partisi ortaya çıktı. 1898'de, Rusya'da George Plekhanov, Vera Zasulich, Pavel Axelrod gibi Marksistlerin on beş yıl önce kurdukları Emeğin Kurtuluşu örgütünün attığı tohumlardan, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi doğdu. 1901'de Sen Katayama önderliğinde Japonya Sosyal Demokrat Partisi, 1903'te Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin Erfurt programını benimseyen Sırp Sosyal Demokrat Partisi kuruldu. 1904'te Azerbaycan'da, Orta Asya'daki işçilere hitap etmesi amacıyla Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi denetiminde Müslüman Sosyal Demokrat Hümmet Partisi kuruldu. Bu partiyi 1905'te kurulan İran Sosyal Demokrat Partisi izledi. 1909'da Platon Drakoulis'in öncülüğünde Yunan Sosyalist Partisi kuruldu.

İkinci Enternasyonal'in kuruluşunun ardından, Batı Avrupa dışında partileşmeye başlayan sosyalist eğilimlerin büyük çoğunluğu, Batı Avrupa'daki partiler gibi işçi hareketinden geliyorlardı ve işçi hareketi temelinde güçlenmekteydiler. 1890 ile 1910 arasındaki dönemin kapitalizminin getirdiği koşullar, kurulan partilerin, Batı Avrupa'daki devasa partiler kadar olmasa da, kimi ülkelerde ciddi bir biçimde kitleselleşmesine olanak tanıdı. Bununla bağlantılı olarak ise, yine Batı Avrupa partilerini etkileyen oportünist, reformist ve revizyonist eğilimler, Batı Avrupa ülkeleri dışındaki partilerde de ortaya çıkmaya başladı ve bu partilerde de bu eğilimlere tepki olarak uzlaşmalara sıcak bakmayan sol kanatlar gelişti. Aynı şekilde, tıpkı Batı Avrupa ülkelerindeki sosyalist partiler gibi, öteki sosyalist partiler de enternasyonalizm sloganını savunduklarını söyleseler de, partilerin içinde hangi unsurların gerçekten enternasyonalizme bağlı olup hangilerinin olmadığı daha keskin bir biçimde sınanmamıştı. Osmanlı İmparatorluğu'nda ortaya çıkan işçi hareketi ve sosyalist hareket de temel hatlarıyla bu genel durumun çerçevesinde ortaya çıkacak ve gelişecekti.

Osmanlı İmparatorluğu'nda Sanayileşme, Kapitalizm ve İlk İşçi Mücadeleleri

Osmanlı İmparatorluğu'nda burjuvazinin doğuşunun ve kapitalizmin Osmanlı topraklarında yayılmaya başlayışının temelinde, şaşırtıcı olmayan bir biçimde kapitalist Batı ile olan ilişkiler bulunmaktaydı. Yine şaşırtıcı olmayan bir biçimde kapitalist ilişkileri Osmanlı toplumuna ilk sokanlar, Batı ile ilişkileri daha yakın olan ve toplumun önemli bir kesimini oluşturan gayri Müslim kesimdi. Gayri Müslim burjuvazinin gelişimi özellikle başlangıçta Batı sermayesine, ticaretine ve himayesine doğrudan bağlı bir biçimde gerçekleşmişti. Gayri Müslimler arasından çıkan kapitalizm öncesi dönemin tüccarları ve esnafları, bu kesimin ciddi bir parçası olmasalar da, işlerini büyüterek, zenginliklerin topraktan ve toprağın işlenişinden kaynaklandığı bir ortamda kapitalist sermaye birikimi gerçekleştirmeye başlayarak giderek artan bir önem kazanmaktaydılar[1].

Şaşırtıcı olmayan bir biçimde, gayri Müslim burjuvazinin ortaya çıkan ve öncelikle gayri Müslim toplum içerisinde kendisini gösteren bu sosyal egemenlik durumu, bilinçsel ve ideolojik bakımdan da kendisini gösteriyordu. Gayri Müslim burjuvazi, köylere kadar uzanan okullar kurarak burada pozitif bilimler öğretiyor, ayrıca liberalizm ve milli ideolojiler gibi yeni burjuva fikirleri yayıyordu. Böylece şehirlerde sanayileşme ve kapitalist ilişkiler başlarken, hem kırsalda hem de şehirlerde ilk defa burjuva ideolojisi yayılmaya başlamış oluyordu. Köyden kente göç yoğunlaştıkça kentlerde oluşmuş olan fabrikalardaki iş gücünü oluşturacak bir işçi sınıfı da meydana gelmeye başlamıştı. Fakat Osmanlı devletinin zirvesi, kendi düzenine ve dünya görüşüne tamamen aykırı gördüğü bu gelişmelerden hoşnut değildi ve çareyi bir hayli baskıcı bir yaklaşım benimsemekte buldu. Bu baskı koşulları da gelişen burjuvazinin ideolojisinin özellikle milliyetçi yanının bilenmesini sağlayarak Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk ulusal kurtuluş mücadelelerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Gayri Müslim burjuvazinin belirli bölgelerde Rumlar gibi kimi kesimleri kendi burjuva devletlerini kurmayı başarırken, çoğunlukla Ermeniler gibi farklı kesimleri, Rumların aksine nüfusta çok yoğun oldukları özel bir bölge olmadığı için, bütün önemlerine rağmen bunu başaramadılar. Bu bağlamda gayri Müslimlerin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki sanayi burjuvazisi olma önemi devam etti. Ayrıca bu yükselen gücün siyasi etkisi de Osmanlı İmparatorluğu siyasetine etki etmeye başladı. Hem gayri Müslim burjuvazi, hem de onu destekleyen Batı kapitalizmi, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki baskılar karşısında çeşitli reformlar yapılmasını istemekteydiler[2].

Öte yandan bu güçlerin, şaşırtıcı bir biçimde benzer isteklere sahip, beklenmeyen bir ‘müttefiki' daha vardı. Bu müttefik, Osmanlı devlet bürokrasisi idi. Osmanlı İmparatorluğu'nun son birkaç yüzyılda, diğer devletlerle rekabet etmedeki başarısızlığı sonucunda, devlet bürokrasisi içerisinde Batı ülkeleriyle rekabet edebilmek için yalnızca gelişmiş silahlar değil, ayrıca teknoloji, burjuva idari yöntemleri, sanayi ve bilime gerek olduğu yönünde düşünceler filizlenmeye başlamıştı. Bu bağlamda tarihsel olarak bir hayli ilginç bir biçimde, eski rejimi sembolize eden devletin tabanı mevcut koşullar dâhilinde radikalleşmeye ve eski rejime karşı toplumun kapitalistleşmesini ve hatta modern burjuva demokratik devlet modeline geçilmesini savunmaya başladı. Bu durum Osmanlı Devleti içerisinde de kapitalist ilişkilerin, nüveler halinde olsa da ortaya çıkmaya başlamasına yol açıyordu[3]. Bu genel durumun ciddiyetini gösteren etkileri Yunanistan'ın kurulması (1829), Bulgaristan ve Sırbistan'ın bağımsızlık elde etmesi (1876 ve 1878) ve Osmanlı İmparatorluğu'nu yönetenlerin mevcut iç ve dış dinamikler doğrultusunda ilk tarihsel öneme sahip taviz sayılabilecek Tanzimat Fermanı (1839) ve sonrasında 1. Meşrutiyet'in ilanı (1876) ile ortaya çıkmaya başladı. Bütün bunlar Osmanlı toplumunda kapitalist ilişkilerin, temelde iki koldan (gayri Müslim sermaye ve devlet bürokrasisi) hızla ilerlemekte olduğunu göstermekteydi. Ayrıca 1830'lardan itibaren Müslüman kesimde de özel sanayi zanaatın yerini almaya başlamıştı[4].

Kaçınılmaz olarak, toplumda ortaya çıkan kapitalist ilişkiler kısa süre içerisinde proleterleşmiş binlerce kişinin ortaya koyacağı sınıfsal mücadeleleri de beraberinde getirdi. 1800'lerden itibaren ortaya çıkmakta olan fabrikalarda protestoların yanı sıra yüksek olan vergilere karşı da İmparatorluğun çeşitli yörelerinde protestolar gerçekleştirildi. Fakat işçi hareketinin Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk yaygın biçimi, ilk fabrikalarda yapılmaya başlayan makineleri kırmak gibi sabotaj yöntemleriydi. Bu tür eylemlerden, 20. yüzyıla yaklaşırken yaygınlaşmaya başlayan grevlere kıyasla daha etkisiz oldukları için vazgeçildi fakat o zamana kadar devam ettiler. Hükümetin bu tür eylemlere karşı tavrı ise bir hayli baskıcı idi. Osmanlı Devleti'nde şu ana kadar araştırmalar sonucunda saptanmış ilk grev 1863'te Ereğli kömür madenlerinde örgütlendi. Fakat mevcut kayıtlara göre grevler 1870'lerin başında yaygınlaşmaya başladılar. 1872'de tersanede çalışmak için getirilmiş İngiliz işçilerin bir günlük grev yapmasının ardından, Şubat ayında Beyoğlu telgrafhanesi işçileri greve çıktılar. Nisan ayında ise Haydarpaşa-İzmit demiryolunda çalışan işçilerin grevi vardı. Bu dönemde sanayi hızla gelişmekteydi ve bu gelişim için İngiltere, Fransa, İtalya gibi ülkelerden pek çok uzman ve işçi getirtilmişti. Özellikle Haydarpaşa-İzmit demiryolu grevinde, bu işkolunda çalışan bütün işçiler birlikte harekete geçtiler. Bu durum, mücadele deneyimi daha az olan yerli işçilerin, Avrupa'dan gelmiş işçilerle iyi ilişkiler kurmasını, görüş alışverişi yapmasını ve Avrupa işçi sınıfının deneyimlerine dair birinci elden bilgi edinebilmesini mümkün kıldı. O dönemde işçilerin çeşitli mahallelerde birlikte oturmaları ve nüfusun çok yoğun olmaması da, bu deneyim ve kazanımların mahalleden mahalleye, kahveden kahveye yayılmasına olanak tanımış oldu. Ocak 1873'te yüzlerce yerli Hıristiyan ve Müslüman Kasımpaşa tersane işçisi birlikte bir hafta grev yaptı. 1875'te bu defa bini aşkın yerli ve yabancı işçi yine birlikte, korkunç sömürü koşullarına karşı greve gitti[5]. 1876 Osmanlı İmparatorluğu'nun kalbinde önemli işçi eylemlerinin gerçekleştiği bir yıl oldu. Sadece İstanbul'da feshane, darphane, fişekhane fabrikalarında, tersanelerde ve ayrıca tramvay ve demiryolu işletmelerinde çalışan farklı etnik kökene sahip işçiler grevler ve yürüyüşler düzenlediler. Ayrıca Kocaeli demiryolu işçileri de greve gitmişti. İzmir'de gerçekleşen dokuma işçilerinin grevinde ise ilk defa bir işçi komitesi ortaya çıkacaktı. 1876 grev dalgasına binlerce işçi katılmıştı[6]. 1895'e kadarki süreçte de grevler, azalarak da olsa devam ettiler. Öte yandan biraz geç de olsa sınıf mücadelesinin rejime tehlikelerinin farkına varmış olan Sultan II. Abdülhamit'in 1878'den itibaren belirginleşmiş olan baskı rejimi, bu tarihten sonra işçi sınıfını ciddi bir biçimde hedef aldı. Yoğun baskılar grevlerin gerçekleşmesini tamamen durduramasa da, grevleri birkaç yılda bir gerçekleşen nadir olaylar haline getirerek işçi mücadelelerinin gelişimini bir süreliğine de olsa yavaşlatmayı başaracaktı. Ancak, işçi sınıfı 1902'den itibaren daha kitlesel ve militan bir biçimde mücadelelerine devam etti[7]. Ayrıca, bütün bu tecrübelerle birlikte, Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyalist eğilimler ve militan işçi örgütleri de ilk defa ortaya çıkmaya başlayacaklardı artık.

Osmanlı İmparatorluğu'nda Sosyalizmin Doğuşu

Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk sosyalist partisi, 1890'da kurulan Devrimci Hınçak Partisi'ydi. Devrimci Hınçak Partisi, üç yıl önce kurulan Hınçak (Çan) isimli yayın çevresi temelinde kurulmuştu[8]. Bu yayın, Cenevre'de öğrenim görmekte olan ve Kafkas ve Rus devrimci hareketinden çıkma yedi Marksist eğilimli Ermeni tarafından kurulmuştu. Hınçak yayınının kurucularının isimleri Avetis Nazarbekyan, Maro Vardanyan, Kevork Haraçyan, Ruben Han-Azat, Christopher Ohanyan, Gabriel Kafyan ve Manuel Manuelyan idi[9]. Osmanlı İmparatorluğu'nda Hınçak çevresinin fikirlerini getiren ilk kişi Ruben Han-Azat olacaktı. 1889'da Cenevre'den İstanbul'a taşınan Han-Azat, aynı yıl ilk siyasi Hınçak teşkilatlarını da örgütlemeye koyuldu[10]. Han-Azat'ın giriştiği bu örgütlenme, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk sosyalist örgütlenmesi unvanına da sahip olacaktı. Dolayısıyla, 1890'da kurulacak olan parti de, imparatorluğun ilk sosyalist partisi olma unvanını elde edecekti. Temelleri Avrupa'da atılmış olmasına rağmen Hınçak çevresinin odak noktası Osmanlı İmparatorluğu idi. Öte yandan, Devrimci Hınçak Partisi, bir Osmanlı örgütünden ziyade bir Ermeni örgütüydü, dolayısıyla Kafkaslarda, İran'da ve Avrupa'da da varlık gösterecek ve özellikle Kafkasya sorunlarından ciddi bir biçimde etkilenecekti.

1888'de çevre Hınçak dergisinde azami ve asgari programlarını yayınladı. Hınçak azami programında şöyle deniliyordu:

"Şimdiki toplumsal sistem adaletsizlik, baskı ve kölelik üstüne kuruludur. Ekonomik köleliğe dayanan bu örgüt¬lenme, ancak yumruklarının gerçeğine inanan, işçi sınıfını yağmalayan, böylelikle de insan ilişkilerinde eşitsizlik ve adaletsizlik yaratan kuvvet sahipleri arasında gelişebilir. Bu eşitsizlik, yaşamın ekonomik, siyasal, toplumsal ve maddî bütün alanlarında ortaya çıkmaktadır. İnsanlığın küçük bir azınlığı, emek gücünün teri ve kanı pahasına iktidarı eline geçirmiş ve pekiştirmiş, toplumsal ve siyasal ayrıcalıklar edinmiştir.

Özel mülkiyet, bütün insanlığın türlü biçimlerdeki köle¬liğine dayanmaktadır. Bugün dünyayı yöneten azınlığın temel ilkesi ve başlıca niteliği, budur.

Bu acıklı ve haksız duruma, ancak sosyalist örgütlenme, halkın doğrudan iktidarını kurup koruyarak, herkese top¬lumsal işlerin düzenlenmesine gerçekten katılma olanağı vererek çare bulabilir. Sosyalist sistem insanların doğal ve yadsınamaz haklarını gerçekten savunur; her bireyin bütün güçlerini, bütün yetenek ve olanaklarını çeşitli biçimler al¬tında tam olarak geliştirmesini destekler; her türlü toplum¬sal ve ekonomik ilişkiyi barış içinde, örgütler, halkın irade¬sinin gerçek ifadesi olur.

Bu temel inançlar doğrultusunda, Hınçak grubu sosyalisttir."[11]

Asgari program ise, Hınçak çevresinin örgütlenme hedefi olarak Osmanlı İmparatorluğu'nu ve özellikle de Türkiye Ermenistan'ını gördüğünü açıkça ortaya koymaktaydı:

"Türkiye Ermenistan'ındaki Ermeni halkı, bugün siyasal ve ekonomik kölelik zincirlerine vurulmuş bir cemaat ha¬linde yaşamaktadır. İktisaden müflis bir hükümetin yöneli¬minde birbirini izleyen her malî bunalımda iki ya da üç katına çıkan çeşitli dolaylı ve dolaysız vergilerle ezilmektedir. Topraklarına hükümet tarafından sürekli olarak saldırıl¬makla, emeklerinin ürünleri de gerek devletin gerekse özel kişilerin yağmasına uğramaktadır. Bu koşulların arasına sı¬kışmış insanlar, ancak hükümeti ve doymak bilmez sınıfları beslemek için çalışmakta ve üretim yapmaktadırlar.
(...)
Halkı yoksullu¬ğundan kurtarmak, doğru yola çıkarmak ve nihai amaç olan sosyalist örgütlenmeyi gerçekleştirmesine olanak sağlamak için, Türkiye Ermenistan'ında her şeyden önce, kısa erimli amaçlar olarak, geniş tabanlı bir demokrasinin ku¬rulması, siyasal özgürlüğün ve ulusal bağımsızlığın olması zorunludur."[12]

Hınçak çevresinin özellikle azami programında, İkinci Enternasyonal'in aşamalı devrim anlayışının izleri net bir biçimde mevcuttu. Hınçak grubu ilk hedefini Türkiye Ermenistan'ının ulusal kurtuluşu olarak koyuyordu ve şüpheye yer bırakmayacak biçimde, sosyalizmin böylesi bir gelişme olmadan mümkün olmayacağını ifade ediyordu. Ortaya konulan program, dönemin sosyal demokrasisinin sınırlarının dışına çıkmıyordu. Komünist Manifesto'yu Ermenice'de ilk defa yayınlayan da Hınçak grubu olacaktı. Öte yandan Hınçak çevresi her ne kadar Ermeni milliyetçi hareketinde mevcut olan Ermeni sorununun çözümü için Batılı güçlerden medet umma yaklaşımını eleştirse de, çevre Müslüman nüfusun desteğini kazanmaya önem verip Türkçe yayınlar çıkarsa da, görüşlerinde Ermeni milliyetçiliğinin etkisi de mevcuttu. Ayrıca Hınçak grubu, bireysel silahlı eylemlerin gerekliliğini de savunmaktaydı[13]. Bu da Hınçak liderleri arasında Plekhanov kadar, Rus narodnik (popülist) geleneğinin de etkisi olduğunu açıkça göstermekteydi. Zaten çevrenin ismi olan Hınçak da, narodnik geleneğinin babası sayılan Alexander Herzen'in Kolokol isimli dergisinin Ermenice'ye çevirisinden gelmekteydi[14].

1890 yılının yazında Tiflis'te Devrimci Hınçak Partisi temsilcisi olarak bulunan Ruben Han-Azat, kimileri Rus sosyalist-devrimci partisi geleneğinden gelen, kimileri ise sosyalizm karşıtı olan Ermeni milliyetçilerinin oluşturduğu yeni bir örgütlenme girişiminin kuruluş toplantısına katıldı. Bu girişim, toplantıdan sonra Ermeni Devrimci Federasyonu ya da daha iyi bilinen ismiyle federasyon anlamına gelen Taşnaksutyun ismini alacak olan yapılanmaydı. Sosyalist-devrimci parti geleneğinden gelen Christopher Mikaelyan ve Simon Zavaryan gibi Taşnak liderlerinin, sosyalizmden bahsetmeden sosyalizmi savunan bir manifesto üretmedeki insanüstü çabaları sonucunda, Devrimci Hınçak Partisi kısa bir süreliğine yeni partiye dâhil olmayı kabul etti[15]. Öte yandan, bu yeni birliktelik, yalnızca altı ay sürecekti. Kafkasya'da Taşnak örgütlerine dâhil olan Devrimci Hınçak Partisi militanları örgütlenmelerden dışlanmakta ve hor görülmekteydi. Daha da önemlisi, kuruluş toplantısının ardından Taşnak örgütünde ipleri elinde tutan kesimin Mikaelyan ve Zavaryan gibi sosyalistler değil, sosyalizm-karşıtı kesim olduğu ortaya çıkacaktı. Mayıs 1891'de, Devrimci Hınçak Partisi, Taşnaklarla hiçbir alakası olmadığını ifade eden bir açıklama yapacaktı[16].

Kurulduğu 1890'dan 1896'ya kadar Devrimci Hınçak Partisi, ciddi bir faaliyet dönemi içerisinde bulundu. Öte yandan bu faaliyetler, Marksist eğilimli bir sosyal demokrat partinin girişeceği türden eylemler değil, büyük ölçüde milli temelde ve narodnik tarzında gerçekleştirilen eylemlerdi. 1896'ya kadar Hınçaklar, devletin o dönemde Ermenilere yönelik katliamlara varan baskılarına karşı Kumkapı ve Babıali eylemleri gibi kitlesel gösteriler düzenlediler; Sason, Zeytun ve Van gibi yerlerde silahlı direnişlere giriştiler. Öte yandan, 1892'de Tiflis'de kurulan ve Gümrü, Kars, Gence ve Bakü gibi Kafkasya şehirlerinde örgütlenen Devrimci Ermeni İşçileri Derneği'nde belirli bir etkinlik edinmenin dışında, 1888'de yayınladıkları programda vurgulanan işçi ve köylü mücadelelerinde faal bir rol oynama ve katkı sunma görevini yerine getirmekten uzak kaldılar[17]. Devrimci Hınçak Partisi kurulduğu yıllarda, ulusal kurtuluş hareketleri ile işçi sınıfının mücadelesi arasında bir çelişki belirgin bir biçimde ortaya çıkmış değildi. Hınçak dergisinin kurucusu ve Devrimci Hınçak Partisi'nin liderleri konumundaki kişiler, çok net olmasalar da inançlı sosyalistlerdi; fakat partinin asgari programı partiye farklı bir pratiğin hâkim olmasına yol açmaktaydı ve bu pratik, kendisine uygun parti üyeleri yaratmaktaydı. Bu durum çok uzun süre devam edemezdi.

Devrimci Hınçak Partisi'nin sosyalizmi benimsemesinde Rus Marksizmi'nin etkisi olmuştu ve ilk Osmanlı sosyalistleri Ermeniler arasından çıkmıştı. Fakat ne Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyalizmin gelişimine tek etki Rus Marksizmi olarak kalacaktı ne de sosyalist görüşler ancak Ermeniler arasında yaygınlaşacaktı. 1891 Bulgar Sosyal Demokrat Partisi adıyla kurulmuş ve 1894'te Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi ismini almış olan geleneğin, Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyalizmin gelişimine, Rus Marksistlerinden çok daha doğrudan bir etkisi olacaktı. 1894'te, Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin Vasil Glavinov isimli genç ve yeni bir militanı, Osmanlı Makedonya'sının ilk sosyalist örgütlenmelerinin temellerini atacaktı. Glavinov 1872'de Osmanlı Makedonya'sında, Köprülü kentinde doğmuştu. 1887'de, yaşadığı maddi çöküntü nedeniyle Sofya'ya göç etmek zorunda kalan Glavinov, 1892 yılında burada Bulgar Marksistlerinin önderi Dimitar Blagoev'in görüşleriyle tanışmıştı. İki yıl içerisinde Blagoev'in partisinin bir militanı olmuş ve partinin fikirlerini yaymak için doğduğu şehrin yolunu tutmuştu. 1896'da, Glavinov ve yoldaşları, çeşitli yayın çalışmalarına girişmenin yanı sıra bütün Osmanlı Makedonya'sında faaliyet gösterecek olan Makedonya Devrimci Sosyal Demokratlar Birliği isimli örgütü kurmuşlardı[18].

Glavinov'un sosyalizmi, Blagoev'in sosyalizmiydi. Blagoev ise her zaman İkinci Enternasyonal'in sol kesiminde yer almış bir kişiydi. Dolayısıyla Osmanlı Makedonya'sında sosyalizmin ilk olarak, uluslararası sosyalist hareket içerisindeki sol kesimin önemli eğilimlerinden bir tanesi tarafından örgütlenmişti. Bu örgütlenme, gelecekte Osmanlı sosyalist hareket içerisinde ortaya çıkacak olan sol kanat için çok büyük bir temel ve merkez oluşturacaktı. Makedonya'da ise Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi çizgisinde örgütlenen sosyalist hareket uzunca bir süre Bulgar sosyalizminin geçirdiği evrimlere paralel bir gelişme gösterecekti. Glavinov ve yoldaşları, Bulgar Partisi'nin genel görüşlerini yansıtmaktaydılar. Buna karşın Makedonya sosyalistlerinin tutumu meselesi Bulgar Partisi içerisinde yapılacak tartışmalarda önemli rol oynayacaktı. Dolayısıyla etki tek yönlü olarak başlamış gibi gözükse de öyle kalmayacaktı. Öte yandan, 1890'lar, sosyalist hareket içerisindeki ayrışmaların netlikten uzak olduğu, tarihsel açıdan bir hayli hareketli bir dönemdi ve ilk Makedonya sosyalistlerinin zayıflıkları da, Bulgar sosyalizminin zayıflıklarını yansıtmaktaydı. Bu durum, özellikle Bulgar sosyalizminin ilk yıllarında ulusal sorun konusundaki zayıflığının Makedonya'daki sosyalist harekete yansıması üzerinden belirgin bir biçimde göze çarpacaktı. Zira nasıl Osmanlı İmparatorluğu genelinde bir Ermeni sorunu vardıysa, Osmanlı Makedonya'sında da bir ulusal sorun vardı. 1893'te gizli hedefi Makedonya'da kurtarılmış bölgeler yaratıp bu bölgeleri Bulgaristan'a katmak, açık hedefi ise Makedonya ve Edirne'nin özerkliği olan, pek çok farklı isim almış ama en iyi Makedonya İç Devrimci Örgütü adıyla bilinen silahlı ulusal kurtuluş hareketi ortaya çıkmıştı[19].

Esasında Blagoev, Rusya'dan Bulgaristan'a döndüğü ve burada Marksist fikirleri savunmaya başladığı 1885 yılından beri, proletarya enternasyonalizmi temelinde oluşturulmuş bir Balkan Federasyonu fikrini savunuyordu ve Makedonya'nın kurtuluşunun ancak bu minvalde gerçekleşebileceği çözümlemesini yapıyordu. Dahası, Blagoev'in kurduğu Bulgar Sosyal Demokrat Partisi'nin 1892'de gerçekleşen ikinci kongresinde, burjuva ve küçük burjuva yapılarla hiçbir şekilde işbirliğine gidilmemesi kararı alınmıştı ki Blagoev bu tutumu bütün gücüyle destekliyor ve savunuyordu[20].Öte yandan tıpkı Ermeni sosyalistleri gibi, Bulgar ve Makedon sosyalistleri de, örgütlendikleri azınlık kesim arasında ortaya çıkmış milliyetçi hareketle karşılaştıkları zaman, ilk başta bu pratiğin bir parçası olmak ile sosyalist görüşler arasında bir çelişki görmediler. Blagoev'in kendisi, partisinin yanı sıra bir dönem Sofya'daki Yüksek Makedonya Komitesi'nin de üyeliğini yapmıştı[21]. Makedonyalı sosyalistler de ilk yıllarda Makedonya İç Devrimci Örgütü'nün çalışmalarına katılmaktan geri durmayacaklardı. Ayrıca hem Blagoev, hem de Glavinov'un yönetiminde çıkartılan ve Makedonya'ya yönelik ilk sosyalist yayın olma özelliğini taşıyan Revolyutsiya (Devrim) isimli haftalık dergi, 1885'de Makedonya'da gerçekleşen milliyetçi ayaklanmayı kayıtsız şartsız ve büyük bir heyecanla destekleyecekti[22].

Öte yandan Glavinov önderliğinde 1896'da kurulan Makedonya Devrimci Sosyal Demokratlar Birliği'nin 1898'de çıkartmaya başladığı yayın organı Politiçeska Svoboda, Makedonya meselesine Revolyutsiya'dan çok daha farklı bir yaklaşım geliştirecekti. Glavinov'un bu yayında ortaya koyduğu çizgi, üç yıl önce heyecanla savunduğu görüşlerden çok daha aklı başındaydı ve net bir biçimde proletarya enternasyonalizmi temeline dayanıyordu. Politiçeska Svoboda'da Glavinov, Bulgar Devleti'ni, Makedonya'da yayılmacı emeller izlemekle itham ediyor ve sertçe kınıyordu. Makedonya'nın sosyalist bir Balkan Federasyonu'nun kurucu bir parçası olması gerektiğini, kendi içinde de bulunan hiçbir etnik gruba baskı uygulamayacak, herkesin anadillerini konuşabilecekleri, resmi dillerin ise bölgelerdeki çoğunluklara göre bölgelerde çözüleceği bir düzeni savunuyordu. Politiçeska Svoboda net bir biçimde Makedonya emekçilerinin yapması gerekenin sınıfsal ideolojik görevlerinin bilincine varmak olduğunu vurguluyor, şovenizmi, yurtseverliği ve özellikle de Bulgar şovenizmini her fırsatta kınıyordu[23]. Bununla birlikte, Makedonya'nın bağımsızlığını elde etmesi fikri de hâlâ savunulmaktaydı:

"Makedonya devrimci sosyalistleri, en insani ve ilerici fikirlerin kılavuzluğuyla, Makedonya ve Edirne halklarının tam bir siyasal ve ekonomik özgürlüğe kavuşturulmalarını amaçlıyorlar."[24]

Öte yandan, Devrimci Hınçak Partisi'nin sahip olduğu aşamalı devrim yaklaşımına benzer bir biçimde, böylesi bir özgürlüğün elde edilmesinin ardından, ülkede bir toplumsal devrim savaşımına girilmesi gerektiğini söyleniyordu. Bunun haricinde Politiçeska Svoboda milliyeti ne olursa olsun, aynı nihai kurtuluş hedefini yani sosyalizmi benimseyen herkesle çalışılması gerektiğini savunmaktaydı[25]. Makedonya sosyalistlerinin bu ifadeleri, ulusal meseleye dair hala tamamen net bir tutum geliştirememiş olsa dahi, 1885 ayaklanmasının derslerinin etkin bir biçimde çıkartıldığının bir göstergesi olması açısından ve ayrıca Makedonya sorununa enternasyonalist bir çözüm geliştirme yönünde bir girişim olduğu için önem taşımaktaydı. Öte yandan, ortaya konulan analiz, belirli bir doğrultuya işaret etmekte birlikte, nihai bir sonuç değil, bir geçiş analiziydi. Makedonya sorunu konusunda Makedonyalı sosyalistlerin tutumu meselesi Bulgar Partisi içinde de giderek ciddi bir önem kazanmaya başlamaktaydı.

Müslüman kesim arasında ortaya çıkan ilk örgüt ise 1894 veya 1895 senesinde, İstanbul'da, Tophane savaş sanayisi fabrikaları işçileri tarafından kuruldu. Amele-i Osmanlı Cemiyeti (Osmanlı İşçi Birliği) adını alan yapı, gizli bir örgüttü ve işçileri örgütlemeyi hedeflerken aynı zamanda onları II. Abdülhamit'e karşı ayaklanmaya teşvik etmeye çalışıyordu. Bu örgütlenmenin liderleri bir yıllık bir faaliyetin ardından ciddi bir tehdit olarak algılanıp tutuklandılar, yapılanma dağıtıldı. Örgütün kurucuları 1901-1902'de İstanbul'a geri dönerek örgütü yeniden canlandırmaya çalıştılar. Bu çabalar büyük bir ilgiyle karşılaşmış ve örgütün yeniden yapılanması amacıyla pek çok tartışma toplantısı düzenlenmiş olsa da, devlet baskıları örgüt kurucularını tekrar mahpus ederken örgütü yeniden çökertti[26]. Çeşitli kaynaklara göre Amele-i Osmanlı Cemiyeti, Paris Komünü'nden ciddi bir biçimde etkilenmişti ve Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'sundaki fikirleri yaymak amacındaydı[27].

1890'ların Osmanlı İmparatorluğu için, ulusal kurtuluş hareketleri karşıtı tavrıyla bilinen devrimci militan Rosa Luxemburg şöyle yazabiliyordu:

"Hıristiyan toprakları Türkiye'ye sadece zor yoluyla bağlıdır, buralarda bir işçi sınıfı hareketi yoktur, bunların durumları doğal toplumsal gelişim, hatta çözülme sonucu giderek kötüleşiyor ve bu yüzden özgürlük talepleri burada kendilerini ancak ulusal mücadele biçiminde hissettirebilir, bu nedenle bizim bu yöndeki bir çözüm taraftarlığımız hiçbir şüpheye yer bırakmaz, bırakamaz."[28]

Luxemburg'un Osmanlı İmparatorluğu'ndaki durum ve işçi sınıfı hareketine dair yaptığı yorumun hatalı olduğu çok kısa bir süre içerisinde ortaya çıkacaktı. Öte yandan ulusal mücadeleleri desteklemeye hiç de hevesli olmayan bir enternasyonalist militanın böylesi bir çıkarım yapması, sosyalist hareketin ilk ortaya çıktığı yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nda sınıf mücadelesinin ne denli zayıf olduğunu da gözler önüne sermekteydi. Böylesi koşullar altında, yeni filizlenen Osmanlı sosyalist hareketi için ulusal soruna dair net ve pratik bir çözümleme yapmak imkânsız olmuştu. Hareketi bu konu üzerinde netleşmeye itecek olan ise, temelde yeni yüzyılın başlaması ile sınıf mücadelelerinin yine Osmanlı'nın ve çevre ülkelerin gündemine geri dönüşü olacaktı.

Ermeni ve Makedonya Sosyalizminin Sol Kanadı’nın Gelişimi

Üç yıllık bir örgütlenme çalışması ve altı yıllık bir eylem deneyiminin ardından, 1896 yılına gelindiğinde Devrimci Hınçak Partisi içerisinde iki belirgin hizip ortaya çıkmıştı. Hiziplerden bir tanesinin başını, partinin kurucularından olan ve partinin yönetimini elinde tutan Avetis Nazarbekyan ve eşi Maro Vardanyan çekmekteydi. Öteki hizbi ise Nazarbekyan ve Vardanyan’ın muhalifleri oluşturmaktaydı. Öte yandan, Devrimci Hınçak Partisi içerisinde ortaya çıkmış olan bu ayrışma, basitçe Nazarbekyan ve Vardanyan’ın şahsiyetiyle ilgili olmaktan çok uzaktı. Muhalifler partinin çizgisinin çok temel bir yönüne, partinin sosyalist olmasına muhalefet etmekteydiler. Onlara göre merkezin Ermeni sorununu Rusya’nın işçi sorunlarını bağlaması çok ciddi bir hataydı ve böylelikle yalnızca tutucu Ermeni burjuvazisinin ve Müslüman toplumun değil, Osmanlı İmparatorluğu’nda ortaya çıkmış olan herhangi bir sosyalist hareketi de desteklemeye hevesi olmayan Batılı burjuva devletleri de ürkütülmüş oluyordu. Muhalefet, çareyi partinin programından sosyalizmin çıkartılmasında görüyordu; zira sosyalizm onlara göre Türkiye Ermenistan’ının özgürlüğe kavuşması için gerekli değildi. Muhalefet yeni bir merkez komite seçilmesi için bir toplantı yapılmasını talep ediyordu. Sosyalist kanat buna yanaşmadı. Bunun üzerine muhalifler 1896’nın Ağustos ayında Londra’da kendi başlarına bir toplantı yaptılar. Sosyalist kanat, muhalifleri bunun üzerine suçladı ve Eylül ayında Londra’da, muhalifler olmaksızın olağan 2. Kongresi’ni gerçekleştirdi. Bu kongrede kitle eylemleri, silahlı eylemler gibi pratikler reddedildi, sosyalist doktrinin savunulmaya devam edeceği kuvvetli bir biçimde vurgulandı. Dolayısıyla milliyetçi muhalefet ile sosyalist merkezin ayrışmaları tamamlanmıştı[30].

İki yıl sonra, 1898’de eski muhalifler Londra’da resmi olarak yeni partilerini kurdular. Partinin adı Veragazmiya Hınçak Partisi, yani Yeniden-kurulmuş Hınçak Partisi olmuştu. Bölünme sonrasında, muhalefet ilkin Osmanlı sınırları dâhilinde ve Mısır’da daha güçlüydü, sosyalist kanat ise Kafkasya’da ciddi bir çoğunluk desteğine sahipti[31]. Öte yandan, Veragazmiya Hınçak Partisi’nin, Ermeni milliyetçi hareketi içerisinde oynamak istediği rolü oynayabilecek kadar güçlü olmadığı da yakında ortaya çıkacaktı. Devrimci Hınçak Partisi’nin 1896’ya kadar oturduğu koltuğun yeni bir talibi vardı; zira Veragazmiya, genel hatlarıyla bu yeni kuvvetin, yani Ermeni Devrimci Federasyonu, yani Taşnakların peşine takılmaktan ileri gidemeyecekti. Devrimci Hınçak Partisi ise, ancak 1896’dan sonra dönemde anlaşılan anlamıyla sosyal demokrat bir pratiğin içerisine girmiş oldu. Artık çalışmaların merkezinde Marksist teorik çalışmaları Ermenice’ye çevirerek yayınlamak ve genel olarak propaganda faaliyetleri bulunuyordu[32].

Devrimci Hınçak Partisi, artık kendi pratiğinin ve kısmen kendi ideolojisinin yarattığı sosyalizm karşıtı unsurları içinde barındırmamaktaydı. Bununla birlikte, genel yönelimi sosyal demokrasi minvaline oturmuş olsa da, sosyal demokrasinin sol kanadında olduğu söylenemezdi; ayrıca genel hatlarıyla ulusal Ermeni siyasetinin, enternasyonalist sınıf mücadelesi namına terk edildiğini söylemek de mümkün değildi. Devrimci Hınçak Partisi’nin sosyalizm karşıtı sağ kanadı, partiden ayrılmıştı; fakat buna rağmen parti, çareyi yalnız sınıf mücadelesinde gören sol unsurları tatmin edecek noktada değildi. Ermeni Marksist solunun Devrimci Hınçak Partisi’nden ayrışmaya başlayacağı ilk coğrafya ise, partinin sınıf mücadeleleriyle en fazla ilişkilendiği Kafkaslar olacaktı. Bu coğrafyada, mücadele deneyimi ve geçmişi bakımından Osmanlı İmparatorluğu’ndaki işçi sınıfına kıyasla bir hayli ileride olan bir işçi sınıfı mevcuttu. Aynı zamanda, Kafkasya için 1890’lar, Osmanlı’da olduğu gibi işçi sınıfının tamamen bastırılmış ve sindirilmiş olduğu bir dönem değildi. Bu minvalde Ermeni Marksist solunun ilkin bu coğrafyada ortaya çıkması bir hayli beklenebilir bir durumdu.

Ermeni Marksist solunun ilk örgütü, 1898’de Tiflis’te kurulan Marksist Ermeni İşçiler Grubu’ydu. Grubun kurucuları arasında başı çeken isimler Kevork Haraçyan, Melik Melikyan, Karekin Kozikyan, Haik Pilossian, Aşot Hümeryan ve Assadour Kakhoyan’dı. Arkomedes takma adıyla bilinen Kafkasya doğumlu Kevork Haraçyan, Hınçak dergisinin kurucularındandı ve Avetis Nazarbekyan ve Maro Vardanyan ile birlikte Hınçak programını kaleme almıştı. Ayrıca Komünist Manifesto’nun Fransızca ve Rusça çevirilerini karşılaştırarak Manifesto’nun ilk Ermenice çevirisini hazırlamıştı. Haraçyan, Hınçak çevresinin ortaya çıkmasından kısa bir süre sonra Hınçaklardan ayrılmıştı. Sonrasında Kafkasya’da, özellikle Tiflis’teki işçi hareketi içerisinde mücadelesini sürdürmüş, ayrıca buradaki Sosyal Demokrat örgütlerde de bulunmuştu. Dedüşka takma adıyla bilinen Melik Melikyan bugün Azerbaycan sınırlarında kalan bir köyde doğmuştu ve devrimci hareketle 1890’larda Kafkasya’da tanışmıştı. Yessalem takma adıyla bilinen Karekin Kozikyan 1878’de Osmanlı İmparatorluğu’nda, Harput’ta doğmuş ve 1894–95 kıyımları sırasında Kafkasya’ya göç etmişti. Bir işçi olan Kozikyan siyasetle çok genç yaşta tanışmıştı: Marksist Ermeni İşçiler Grubu kurulduğunda yirmi yaşında olan bu militan, aynı zamanda eski bir Hınçak üyesi olma özelliğini taşıyordu. Atamyan takma adıyla bilinen Haik Pilossian da Türkiye doğumluydu ve Kozikyan’ın yakın bir dostu ve yoldaşıydı. Aşot Hümeryan Tiflis doğumlu bir işçiydi ve Hınçaklara yakın olan Devrimci Ermeni İşçileri Derneği’nin kurucularından olmuş, 1 Mayıs ile ilgili ilk bildiriyi kaleme almıştı. Keço takma adını kullanan Assadour Kakhoyan ise Kafkasya işçi hareketi içerisinde siyasileşmiş ve Ermenistan’daki ilk grevin tarihini yazmıştı[33].

Marksist Ermeni İşçiler Grubu çok büyük olmasa da yalıtılmış bir Ermeni örgütü değildi. Tiflis’teki Gürcü devrimci işçileriyle sıkı bağları vardı. Yeni örgüt, ayrıca Ermenilerin çoğunlukta olduğu deri ve ayakkabı fabrikalarında yapılan grevlere katılmıştı[34]. Marksist Ermeni İşçiler Grubu, 1900–1901 yıllarında Banvor (İşçi) isimli illegal bir yayın çıkartmaktaydı. Bu yayından Ermeni Marksist solunun ilk örgütünün çizgisini net bir biçimde görmemiz mümkün olmaktadır. Banvor “Bütün ülkelerin işçileri, birleşiniz!” sloganı ile çıkıyordu ve kendisini Ermeni sosyalist işçilerin yayın organı olarak nitelendiriyordu. Yayında hem Taşnaklar hem de Hınçaklar Ermeni işçi sınıfını milliyetçi bir yaklaşımla yalıttıkları için sert bir biçimde eleştiriliyor, Ermeni sorununun çözmeye ancak işçi sınıfının kadir olabileceği vurgulanıyor, Kafkasya’da bütün milletlerden işçilerin ortak mücadelesi savunuluyordu. Bu minvalde küçük ama etkili olan Marksist Ermeni İşçiler Grubu, milliyetçiliğin hiçbir etkisi altında bulunmayan, tamamen proletarya enternasyonalizminin ilkelerine bağlı ilk Ermeni sosyalist örgütü olarak tarihe geçmekteydi[35]. 1901 senesinde devlet güçleri örgüte saldırılar düzenleyerek Marksist Ermeni İşçiler Grubu’nu dağıttılar, pek çok önemli militan hapse girdi. Öte yandan, Ermeni Marksist solunun varlığı devam edecekti.

Marksist Ermeni İşçiler Grubu, Kafkasya’da ortaya çıkmış enternasyonalist bir örgüttü. Bu da Kafkasya sosyalist hareketinin, dolayısıyla Rus sosyalist hareketinin örgütü oluşturan militanların siyasi geleceklerini ciddi bir şekilde etkileyeceği anlamına geliyordu. 1902 yılının ilkbaharında, Politeknik Enstitüsü’nden kovulduğu Riga şehrinden, doğduğu Tiflis’e gelen Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi üyesi genç bir adam, bu etkilerin büyük ölçüde merkezinde olacaktı. Stepan Shaumyan, Karekin Kozikyan’la aynı yıl, 1878’de doğmuş bir Ermeni’ydi. Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne 1900 yılında, Riga’da katılmıştı. Shaumyan, Tiflis’e geldikten birkaç ay sonra, Marksist Ermeni İşçiler Grubu’nun Melik Melikyan, Aşot Hümeyran ve Assadour Kakhoyan gibi militanları ile bir araya gelerek Ermeni Sosyal Demokratlar Birliği adındaki örgütü kurdu. Yeni örgüt, Proletaryat (Proletarya) adlı yayın organında yayınladığı manifestoda, kurulduğu temelleri şu şekilde açıklıyordu:

“Faaliyetlerinde, Ermeni Sosyal Demokratlar Birliği, örgütlenme ağını bütün Rusya içerisinde yaymaya çalışan Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin şubelerinden biri olarak, RSDİP ile tam bir mutabakat içerisindeyiz ve onunla beraberce, genel olarak Rus proletaryasının, özelde ise Ermeni proletaryasının çıkarları için savaşacağız.

(…)

Sosyalist gayeye ulaşılması kanımızca ne işçi sınıfının ekonomik düzlemdeki çabalarıyla, ne de kısmi siyasal ve sosyal reformlarla mümkündür; bunun tek yolu bütün mevcut sistemi toplumsal devrim yoluyla yıkmaktır ki bunun gerçekleşmesinin zorunlu öncülü proletaryanın siyasi diktatörlüğü olacaktır.

(…)

Rus devletinin değişen kültürel gelişim evrelerinde pek çok farklı milliyetten meydana geldiğini ve yalnızca yerel öz-yönetimlerin gelişiminin bu heterojen unsurların korunmasını sağlayabileceğini göz önünde bulundurarak, geleceğin özgür Rusya’sında federatif bir cumhuriyetin kurulmasını temel öneme sahip görüyoruz. Kafkaslara gelince, nüfusun fazlasıyla çeşitli milli bileşenlerinin mevcut olduğu şu durumda, bütün yerel sosyalist unsurları ve farklı milliyetlerden bütün işçileri birleştirmeyi amaçlıyoruz.

(…)

Kafkasların bahsi geçen milliyetler çeşitliliğini ve farklı milliyetler arasında coğrafi sınırların yokluğunu göz önünde bulundurursak, programımıza Kafkas halklarının siyasi bağımsızlık talebini eklemenin mümkün olmadığını düşünüyoruz.” [36]

Militan bir enternasyonalizm savunusu yapan Ermeni Sosyal Demokratlar Birliği’nin yayınının ancak tek bir sayısı çıkabildi; öte yandan örgütün ortaya koyduğu görüşler, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin yurtdışında bulunan önemli sayılabilecek bir liderinin, Vladimir Lenin’in dikkatini çekmişti. Lenin, Iskra’nın Şubat 1903’te yayınlanan 33. sayısında, Ermeni Sosyal Demokratlar Birliği’nin manifestosunu değerlendiren bir yazı yazacaktı. Lenin, yazdığı yazıda Ermeni Sosyal Demokratlar Birliği’ni, ulusal soruna doğru bir yaklaşım geliştirdikleri için kutlamaktaydı. Öte yandan Lenin manifestoda ifade edilen federalist talebe de karşı çıkacaktı:

“Ermeni Sosyal Demokratlarının bakış açısına göre federatif bir cumhuriyet talebinden bahsetmek mümkün müdür? Federasyon için bir önkoşul olarak bağımsız ulusal birimler var olmalıdır, fakat Birlik ulusal bağımsızlık talebini reddetmektedir. Tamamen tutarlı olmak açısından, Birliğin programından federatif cumhuriyet talebini silmesi gerekmektedir (…) Federalizm ve milli bağımsızlık vaazları vermek proletaryanın işi değildir; ister istemez bağımsız bir sınıf devletinin oluşması yönünde bir talebe dönüşen böylesi talepleri ileri taşımak proletaryanın işi değildir. Proletaryanın işi, bütün milliyetlerden mümkün olan en fazla işçi kitlesini, daha da sımsıkı duracak biçimde bir araya toplamaktır.” [37]

Öte yandan, ayrı bir örgüt olarak Ermeni Sosyal Demokratlar Birliği zaten uzun sürmeyecekti. Kafkasların enternasyonalist Ermeni solu, hızla bağımsız bir Ermeni örgütlenmesinden ziyade, Kafkaslardaki bütün sosyalistlerin ortak bir örgütlenmesinin gerekliliği sonucuna varmaktaydı. Gürcü Marksistleri de benzer bir sonuca varmaktaydı. Bu minvalde 1903’ün Mart ayında, Ermeni Sosyal Demokratlar Birliği, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin Kafkasya Birliği’ne katıldı. RSDİP’in Kafkasya Birliği, Gürcü Marksistlerinin Brztola (Mücadele) gazetesi ile Proletariat’ın yazı kurullarını ve Tiflis, Bakü ve Batum’daki komiteleri içeren bir örgütlenmeydi ve Kafkasya Sosyal Demokratlarının bir birlik örgütlenmesi olma amacındaydı. Birlik Gürcüce ve Ermenice yayın organlarını birleştirerek Proletari Krive (Proletaryanın Mücadelesi) isminde Gürcüce, Ermenice ve Rusça yayınlanan yeni bir yayın çıkartmaya başladı. Ağustos 1903’te RSDİP içerisinde gerçeklenen Menşevik-Bolşevik ayrımının ardından, eski Ermeni Sosyal Demokratlar Birliği’nin Melik Melikyan, Aşot Hümeyran ve Assadour Kakhoyan gibi önderleri, ilk Ermeni Bolşevikler olacaklardı[38]. Daha sonra Duma’da milletvekili olacak Arşak Zubaryan ve Aramayis Erzinkyan gibi eski Ermeni Sosyal Demokratlar Birliği önderleri ise, Menşevizm’den yana saf tutacaklardı[39].

Marksist Ermeni İşçiler Grubu’nun önderlerinden olup 1902’de tutuklandığı için Ermeni Sosyal Demokratlar Birliği’nin dışında kalmış olan Kafkasyalı Kevork Haraçyan ise RSDİP’nin bir üyesi olmasına rağmen, Menşevizm ile Bolşevizm arasında kararsız kalacaktı[40]. Öte yandan, Haraçyan’ın hapisten çıktıktan sonra, Devrimci Hınçak Partisi içerisindeki gelişmelere ciddi etkisi olacaktı. Haraçyan, Ermeni sosyalistler arasında, çok kuvvetli bir biçimde Kafkasya’daki Devrimci Hınçak Partisi üyelerinin RSDİP’e katılmaları gerektiğini savunmaya başlamıştı[41]. 1903’te Kafkasya’da Ermenilere karşı uygulanan devlet baskılarının artmasının ardından Devrimci Hınçak Partisi hızla büyümekteydi[42]. Sınıf mücadelesi de yükseldikçe, Devrimci Hınçak Partisi içerisinde, partinin Kafkasya örgütlerinin RSDİP’e girmesini, Devrimci Hınçak Partisi’nin ise Osmanlı’da mücadeleye devam etmesini savunan bir sol kanat ortaya çıktı. Bu sol kanadın başını, parti kurucularından Avetis Nazarbekyan, Maro Vardanyan, Ruben Han-Azat gibi militanlar çekiyordu. Örgütün muhafazakâr kanadının başını ise Stepan Sabah-Gulyan isimli, Nahçivan doğumlu ama Türkiye’de faaliyet gösteren bir Ermeni militan çekiyordu. 1903’le 1905 arasında şiddetle devam eden bir hizip savaşının ardından 1905’te Paris’te toplanan Kongre’de hizipler kozlarını paylaştılar. Kongre’de Sabah-Gulyan’ın görüşleri hakim geldi ve Hınçak Partisi’nin birliği vurgulandı. Fakat Kafkasya temelli sol kanat, kongre dönüşü kongre kararlarını tanımayarak RSDİP’ne girdi. Nazarbekyan, Vardanyan ve Han-Azat gibi önde gelen kimi önderler, Haraçyan gibi Bolşevikler veya Menşeviklere katılmayıp, yalnızca RSDİP’nin programını benimsediler. Erivan ve Bakü gibi şehirlerdeki Hınçak örgütlerinin kimileriyse Bolşeviklere katıldı[43].

Kafkasya Ermeni sosyalistlerinin büyük çoğunluğunun sınıf mücadelesi yükseldikçe benimsemeye başladıkları enternasyonalist tutum, hem Kafkasya’daki Ermeni işçilerin çıkarları, hem de genel olarak Kafkas proletaryasının çıkarları doğrultusunda belirlenmişti. Öte yandan Kafkas Ermeni sosyalistleri, Osmanlı Ermenilerinin kurtuluşunun Rusya’daki devrimle gerçekleşebileceği görüşünü savunuyorlardı ve Osmanlı İmparatorluğu’nda siyasi çalışma yapmayı kimi zaman tamamen yadsımaya varan yaklaşımlar gösteriyorlardı. Böylesi bir tutum ise, hem Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni sosyalistleri için, hem de Kafkasya’da bulunan ama Osmanlı kökenli ve Osmanlı Ermenileriyle bağlantılı olan Ermeni sosyalistleri için yeterli ve ikna edici olmaktan uzaktı. Hınçaklar arasında, Nazarbekyan’ın başını çektiği kanat hiç şüphesiz soldaydı ama Sabah-Gulyan ve yoldaşları Nazarbekyan’ın çok da sağında değillerdi – sınıf mücadelesindeki gelişmeler Hınçakları bir bütün olarak sola çekmişti[44]. 1905 Kongresi’nde Sabah-Gulyan ve yandaşlarının aldığı karar “Kafkasya’da proleter devrimci etkinlikleri gerçekleştirmek ve Türkiye’de Marksist ilkelere dayalı bir siyasal demokrasi kurmak için mücadele etmek” şeklinde ifade edilmişti[45]. Hınçakların 1905 kongresi, ayrıca partinin ismine ilk defa sosyal demokrat ifadesini ekleyerek Hınçak Sosyal Demokrat Partisi ismini aldıkları kongre olacaktı. Parti, 1909’da İstanbul’da gerçekleştireceği kongresinde ismini son defa değiştirerek Sosyal Demokrat Hınçak Partisi adını alacaktı[46].

Kafkasya’da ise Osmanlı Ermeni’lerinin sorunlarıyla daha fazla ilgilenen yeni bir sosyalist örgüt ortaya çıkmıştı. Sosyal Demokrat Ermeni İşçiler Örgütü, kimileri Hınçak, kimileri Taşnaklardan gelen, kimileriyse Marksizmle Avrupa’da, Plekhanov ve Kautsky’nin yazıları üzerinden tanışan Kafkasyalı Ermeni öğrencilerce 1903’te kurulmuştu. Öte yandan, bu örgüt her ne kadar Osmanlı sorunlarına değinse, kendisini enternasyonalist olarak görse ve özellikle Taşnakların milliyetçiliğini eleştirse de temelde Kafkas sosyalistlerinin enternasyonalizmine karşı kurulmuş bir tepki örgütüydü. Yalnızca Kafkasya hareketinin sağ kanadında bulunmuyor, aynı zamanda uluslararası sosyal demokrasinin Yahudi Birliği ve Avusturya Marksizmi gibi sağ kanat eğilimlerinden esinlendiğini açıkça söylüyordu. Milliyetler meselesinde de örgütün tutumu bir hayli sağdaydı; farklı milletlerden işçilerin ortak çıkarları değil, milli farklılıkları vurgulanıyordu. Sosyal Demokrat Ermeni İşçiler Örgütü’nün Ermeni proletaryasının yegâne temsilcisi olarak tanınma isteği, Kafkas sosyal demokratlarınca soğuk karşılandı; örgüt hiçbir zaman yapısından esinlendiği Yahudi Birliği’ne yaklaşacak kadar kitleselleşemedi ve işçi mücadelelerinin güçlü bir sınıfsal birlik eğilimi yarattığı Kafkaslarda küçük ve önemsiz bir sağ-sosyalist eğilim olarak kaldı[47]. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni sosyal demokrasisi için belki de en büyük öneme sahip olan çalışmayı ise, birkaç yıl sonra, Kafkasya’da bulunan Osmanlı kökenli Ermeni sosyalistleri yapacaklardı.

Bu sırada, Osmanlı İmparatorluğu’nun doğusundaki Ermeni ve Kafkas sosyalist hareketindeki gelişmeler, imparatorluğun batısındaki Makedon ve Bulgar sosyalist hareketinde de benzer bir biçimde bir yansıma bulmaktaydılar. Yeni yüzyılın başına gelindiğinde, Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi içerisinde, genel olarak ulusal soruna ve özelde Makedonya hareketine dair şiddetli tartışmalar başlamıştı. BSDİP’nin lideri Blagoev, ulusların ve ulusallığın, kapitalist düzenin yaygınlaşmasıyla ortadan kalkmakta olan geçici burjuva kavramları olduğunu ifade etmeye başlamıştı. BSDİP’in uzlaşmacı sağ kanadı, esasında 1900’den beri, bir tür parti içi hizip olarak mevcuttu. Sağ kanadın başını, 1894’te Blagoev’in Bulgar Sosyal Demokrat Partisi’nin birleştiği Bulgar Sosyal Demokratlar Birliği’nin kurucusu olan Yanko Sakazov çekiyordu. Hizip Sakazov’un çıkardığı Obshto Delo (Ortak Amaç) isimli yayın etrafında oluşmuştu. 1901’de Bulgar partisinin Blagoev’e yakın militanlarından Gavril Georgiev ise, partinin yayın organı Rabotnicheski Vestnik’te (İşçi Gazetesi) yayınladığı bir yazıda, Makedonya mücadelesi gibi küçük burjuva işleriyle uğraşan parti üyelerinin, proletaryaya karşı yükümlülüklerini ihmal etmekte olduğunu ifade ediyordu. Hem Makedonya Devrimci Sosyal Demokratlar Birliği’nin hem de Makedonya İç Devrimci Örgütü’nün bir üyesi olan Dimo Hacıdimov, Bulgar partisinin sağ kanadının bu konudaki itirazlarının sesi olarak Obshto Delo’da Georgiev’e şiddetle karşı çıktı[48].

Bulgar Partisi ve dolayısıyla Makedonya Devrimci Sosyal Demokratlar Birliği hızla bir bölünmeye gidiyordu. Bölünmenin kaynağındaki meselenin en somut yansıması Makedonya sorunuydu ve hem pek çok tartışma, hem de sol ve sağ kanadın çatışması bu mesele üzerinden yürümekteydi. 1901’de BDSİP Merkez Komitesi’nin, parti üyelerinin Makedon milliyetçisi örgütlere girişini yasaklaması, sağ kanada karşı ciddi bir darbe olmuştu. Öte yandan, mesele sadece Makedonya’daki milli soruna yaklaşım ile ilgili değildi. Blagoev’in önderliğindeki sol kanat, çok net bir biçimde burjuva ve küçük burjuva kesimlerle uzlaşmaya gitmeye karşıydı, ve savunulması gerekenin yalnızca işçi mücadelesi olduğu görüşündeydi. Sakazov’un başını çektiği sağ kanat ise, partinin yalnız işçi sınıfına değil, farklı toplumsal sınıflara yaslanması gerektiğini düşünüyordu. Aynı zamanda sağ kanat burjuva ve küçük burjuva eğilimlerle işbirliğine gitmekte bir sıkıntı görmüyordu. Ayrıca, sol kanat ile sağ kanadın örgütlenme yaklaşımları da farklıydı. Bulgar solu, Bolşeviklerin yaklaşımına benzer bir biçimde inşa edilmiş bir dar kadro partisi inşa etmekten yanaydı, Sakazov’un sağ kanadı ise geniş bir kitle partisi görmek istiyordu. Bütün bu zıtlaşmalar, BSDİP’ni, 1903’te gerçekleşen 10. parti kongresinde ayrışmaya götürdü. Blagoev ve yoldaşlarının örgütü bundan sonra (Dar) Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi, Sakazov ve yandaşlarının örgütü ise (Geniş) Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi olarak anılacaktı. Bu ayrışma ile Bulgar dar sosyalistleri, Bolşeviklerle birlikte, dünya sosyalist hareketinde ayrı bir örgütlenmeye giden ilk sollardan oluyordu.

Bulgar Partisi’nin bölünmesi, Makedonya Devrimci Sosyal Demokratlar Birliği’ni de parçalamış oldu. Geniş sosyalistlerin Makedonya’daki yegane lideri, Dimo Hacıdimov’du. Onun önderliğindeki (Geniş) Bulgar Sosyal Demokrat İşçi Partisi üyeleri, bağımsız bir örgütlenmeye gitmek yerine faaliyetlerini Makedonya İç Devrimci Örgütü’nde sürdürmeye başladılar ve bu hareketin sol kanadıyla ilişkiler geliştirdiler[49]. Dar sosyalistler için ise, 1903’te gerçekleşen İlinden Ayaklanması, Makedonya sorununa ve ulusal meseleye dair görüşlerinin tamamen netleşmesine önayak oldu. 1903’ün Eylül ayında Rabotnicheski Vestnik’te çıkan bir yazıda dar sosyalistler, ayaklanmanın doğru düzgün hazırlanmamış olduğunu, Makedonya’nın kurtuluşunu ancak işçi sınıfının gerçekleştirebileceğini, dolayısıyla bir ayaklanma olacaksa, bunun ancak işçi sınıfı önderliği altında olursa başarılı olabileceğini savunuyorlardı[50]. Makedonya’da dar sosyalistlerin başını çeken, ülkedeki ilk sosyalist örgütlenmelerin temelini atmış olan Vasil Glavinov olacaktı. Özellikle 1903’ten sonra dar sosyalistler ile birlikte hareket etmek isteyen herhangi bir militan aynı zamanda Makedonya İç Devrimci Örgütü üyesi idiyse, Makedon dar sosyalistlerinden ayrılmamak için bu üyelikten vazgeçmek zorundaydı. 1904’te ise, artık Makedon milliyetçiliğine tamamen karşı olan ve proletarya enternasyonalizmini savunan Vasil Glavinov önderliğindeki Makedonya dar sosyalistleri, yeni dönemde nasıl bir siyasi pratik izleyeceği yönünde tartışmalara başlamak adına Makedonya Devrimci Sosyal Demokratlar Birliği’nin yerine, Makedonya ve Edirne Sosyal Demokrat İşçi Örgütü ismini aldılar. Bu örgüt uluslararası sosyal demokrasinin sol kanadının Osmanlı İmparatorluğu içindeki ilk örgütü olacaktı[51].

Jön Türklerin Yükselişi ve Sosyalistlerin Tutumu

21 Mayıs 1889 tarihinde, İstanbul’daki Askeri Tıbbiye Mektebi’nde beş öğrenci bir araya geldi. Bu öğrenciler, İshak Sükûti, İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, Mehmed Reşid ve Hikmet Emin’di. Bu beş tıp öğrencisinin bir araya geldiğinden ne hocalarının haberi vardı ne de sınıf arkadaşlarının. Çok önemli gördükleri bir meseleye dair büyük işler yapmak için, tam bir gizlilik içinde buluşmuşlardı. Bu beş öğrenci adlarını tarihin sayfalarına yazdırmayı belki o gün bir araya geldiklerinde umdukları kadar başaramayacaklardı ama o gün temellerini attıkları gelenek çok uzun yıllar yaşayacaktı. O gün, o toplantıda adı geçen beş öğrenci geleneğin yaratıcısı ve sürdürücüsü İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin temelleri atmışlardı.

Aslında II. Abdülhamit’i devirmek amacıyla kurdukları gizli örgütün ilk adı İttihat ve Terakki Cemiyeti değil, İttihad-ı Osmanlı Cemiyeti’ydi, fakat altı yıl sonra bu gizli örgüt, Abdülhamit karşıtı eski Bursa milli eğitim müdürü Ahmet Rıza adlı Abdülhamit muhalifi aydının grubuyla birleşerek tarihte tanınan adını alacaktı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, mutlak gizlilik içerisinde örgütlenmiş, Osmanlıcı ideolojinin mirasını taşıdığını düşünen, liberal eğilime sahip milliyetçi bir örgüt olarak ortaya çıkmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri ve devlet bürokrasisinde ortaya çıkan böylesi hareketlerin geneline Jön Türkler deniliyordu. Makedonya İç Devrimci Örgütü’nün mücadelesinden de etkilenen ve cesaretlenen Jön Türk hareketi, 1895’ten sonra ciddi bir yükselişe geçerek hızla büyümeye başladı. En sonunda, Şubat 1902’de, Paris’te Jön Türk ismiyle anılan bu hareketin çeşitli unsurlarının inisiyatifiyle özelde bu hareketi, genelde ise bütün Osmanlı muhalefetini bir araya getirmeyi hedefleyen bir kongre düzenlendi. 1. Jön Türk Kongresi, Osmanlı Hürriyetperverler Kongresi, Osmanlı Liberal Kongresi gibi adlarla anılan kongreye, farklı Jön Türk örgütlerinin yanı sıra Ermeni Devrimci Federasyonu, Veragazmiya Hınçak Partisi ve çeşitli Rum ve Bulgar milliyetçi cemiyetler de katıldı. Kongre, Jön Türk hareketi içerisinde kimi bölünmeleri su yüzüne çıkardı. Bölünme azınlıklar ve özellikle de Ermeni sorunu üzerinden gelişti. Kongre’de II. Abdulhamit’in yeğeni Prens Sabahattin’in başını çektiği liberal Jön Türk kanadı, Rum ve Arnavut delegelerle birlikte Ermenilere yaşatılan acıların bir an önce durdurulmasından yana olduklarını belirtmiş ve Ermenilerin huzur ve güvenlikleri için Avrupa’yı yardıma çağırmakta haklı oldukları vurgulanmıştı. Jön Türk hareketi içerisinde Prens Sabahattin’in görüşlerinin destekleyicileri bu noktada ciddi bir çoğunluğu temsil etmekteydiler. Fakat bu yaklaşıma karşı çıkan bir azınlık da vardı ve bu azınlığın görüşlerini İttihat ve Terakki Cemiyeti Paris şubesinin lideri olan Ahmet Rıza çekiyordu[52].

1902 Kongresinin ardından, Prens Sabahattin’in önderliğinde ortaya çıkmış olan çoğunluk grubu Batı destekli bir darbe örgütlemeye girişti. Ancak 1903’te gerçekleşen darbe girişiminin başarısızlığının ardından, çoğunluk grubu çöktü ve Ahmet Rıza’nın İttihat ve Terakki Cemiyeti öne çıkmaya başladı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gövdesi Osmanlı sınırları içerisinde fakat başı Avrupa’daydı. Cemiyet de kendi içinde bölünmüştü: Ahmet Rıza Osmanlı’da değişimin barışçıl yollardan gerçekleşmesi gerektiğini savunurken, Şehzade Yusuf İzzetin Efendi’nin özel doktoru olan Bahaettin Şakir’in başını çektiği grup II. Abdülhamit’in devrilmesiyle bir değişimin mümkün olacağını savunuyordu. Cemiyet Mısır’da Bahaettin Şakir’in kuruculuğunu yaptığı Şurayı Ümmet adında bir yayın çıkartmaya başlayarak çalışmalarına hız verdi. Fakat 1905’te bu gazete kapatıldı. Bunun üzerine Bahaettin Şakir Paris’e gidip oradaki şubeyi daha radikal ve aynı zamanda merkezileşmiş bir yapı haline getirmeye çalıştı[53]. 1906’da da tarihe Talat Paşa adıyla geçecek olan Selanik’in posta müdürü Mehmet Talat, Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ni kurarak Jön Türk hareketiyle irtibata geçti. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, kısa bir süre içerisinde bölgedeki devlet yetkililerinden, Celal Paşa adıyla tanınan subay Ahmet Celal’in etkisiyle orduda ciddi bir yaygınlık kazandı. Bu sırada Prens Sabahattin de siyaset hayatına geri dönmüş ve 1906’da Adem-i Merkeziyet ve Teşebbüs-ü Şahsi Cemiyeti adında bir örgüt kurmuştu. Mısır’da ise Ahd-ı Osmani Cemiyeti adında bir örgüt ortaya çıkmıştı. Öte yandan bütün bu örgütler 22 Aralık 1907’de Paris’te yapılan ve II. Jön Türk Kongresi adıyla anılan toplantıda bir araya geldiler. Cemiyet, toplantıya katılanların, Osmanlı’nın bütünlüğünün korunması ve bir önceki kongrede tartışılan dış yardımların reddedilmesi gibi konularda hassasiyet göstermelerini şart koşmuştu. Hareket, İttihat ve Terakki bayrağı altında birleşmişti[54]. Öte yandan bu toplantının gerçekleşmesi için harekete geçen temel unsur, Jön Türk örgütlerinden herhangi biri değil, Ermeni Devrimci Federasyonu’nun Batı Bürosu idi. Dolayısıyla bu toplantı vesilesiyle Jön Türk hareketi ile Taşnaklar arasında sağlam bir ittifak ortaya çıkmıştı[55].

Hiç şüphe yoktu ki özelde İttihat ve Terakki Cemiyeti ve genel olarak Jön Türk hareketinin büyük bir kısmı, ciddi ve büyük bir milliyetçi akımı teşkil ediyordu. Jön Türklerin aynı zamanda Prens Sabahattin çevresinin görüşleri çerçevesinde zayıf Müslüman Osmanlı özel sermayesinin çıkarlarını ve siyasetini temsil ettiğini söylemek de mümkündür. Ancak bir noktada çoğunluk elde etmiş bu görüşlerin Jön Türk hareketi içerisinde nihayetinde pek tutunamadığını görmek gerekir. Jön Türk hareketi nasıl bir sınıfsal zemine sahipti? Bu konuda en net analiz, dönemin Balkan devrimcileri hareketinin başını çeken, Bulgar dar sosyalistlerine yakın Christian Rakovsky tarafından yapılmıştır:

“Peki, Jön Türk hareketinin toplumsal niteliği nedir? Türk işçileri ve köylüleri hâlâ ruhbanın etkisi altındadırlar. Jön Türklere sempati duyan Müslüman burjuvazinin pek bir önemi olduğu ise söylenemez. Uzun bir tarihsel evrim, Türk burjuvazisini bir askeri ve devlet görevlisi katmanına dönüştürmüştür, Hıristiyan burjuvazi ise sanayi ve ticaretle uğraşmaktadır.”[56]

Jön Türk hareketi, Osmanlı devlet ve ordusunda üst ve orta katmanlarında öbeklenmiş olan radikal milliyetçi Türk burjuvazisinin bir hareketiydi ve İttihat ve Terakki Cemiyeti 1907 II. Jön Türk kongresinin ardından Türk burjuvazinin sınıf partisi oldu. Zaten Jön Türklerin ideolojisi de sınıfsal niteliklerini ortaya koyuyordu. Nihayetinde ortaya konulan, tipik bir liberal milliyetçi hareketti. Abdülhamit ‘memleketi mahvediyordu’, ‘vatanı ondan kurtarmak lazımdı’, ‘imparatorluğun toprak bütünlüğünü korumaktan acizdi’ . Devlet ve ordu içinde doğup gelişmiş olan Türk burjuvazisi sonuçta padişahın siyasi baskılarından da giderek rahatsızlanmaya başlamaktaydı. Sonuçta ortada pek de olağanüstü bir durum olduğu söylenemezdi.

Öte yandan sosyalist olduğunu iddia eden, hatta II. Jön Türk Kongresi’ne katıldığı 1907’de İkinci Enternasyonal üyesi olan Ermeni Devrimci Federasyonu, neden Jön Türk hareketiyle işbirliğine gitmişti? Bu, tipik bir İkinci Enternasyonal partisinin oportünizminden mi ibaretti yoksa ortada bundan da öte bir durum mu vardı? Kuruluş sürecini göz önünde bulundurarak baktığımız zaman, Taşnakların sosyalizmi benimsemeleri pragmatik temelleri olan bir karardı. Esasında sınıf mücadelesinin fazlasıyla yoğun olduğu Kafkaslarda bile, Taşnaklar sınıf mücadelesini reddediyorlardı. Taşnaklar, Ermeni ulusunun aşırı dağılmışlığını ve karşısında pek çok güç varken sayıca az oluşunu gerekçe göstererek, ulusal kurtuluşun başlangıç aşaması olarak adlandırdıkları dönemde Ermeni toplumundaki bütün sınıfların birlik ve beraberlik içinde hareket etmesinin gerekli olduğunu iddia ediyorlardı[57] Öte yandan, Taşnakların büyük Avrupalı güçlerin Ermeniler lehine müdahale etmesi umutları karşılanacak gibi durmamaktaydı. Ciddi bir güç haline gelmekte olan Avrupa sosyal demokrat hareketinin Ermeni davasına desteğini kazanmak ise kulağa bir hayli cazip geliyordu. Dolayısıyla Taşnaklar, her ne kadar sosyalizmin kuruluşunun Ermenistan’da söz konusu olmadığını bir yandan vurgulasalar da, 1894’ten itibaren kimi sosyalist yayınları çevirmeye başladılar, 1896’da ise İkinci Enternasyonal ile ilişki kurdular[58]. Taşnaklar, içlerinde sosyalist görüşleri savunan kimi militanlar ve hatta Genç Taşnaklar adını alan bir hayli uzlaşmaz sosyalist bir hizip olmuş olsa da, 1907’de İkinci Enternasyonal’e giriş başvurusu yapana kadar Ermenistan için sosyalizm ile alakalı bir program benimsemediler. 1907’de benimsenen program ise azınlıkların yaşadığı ülkelerde sınıf mücadelesinin karmaşıklığından bahsediyor, ezilen ulus işçilerinin kendi milli kültürleriyle ilgilenmeleri gerektiğini söylüyor ve geleceğin sosyalist toplumunda da ulusların var olacağını vurguluyordu[59]. Taşnakların bu tarihten sonra savunduklarını söyledikleri sosyalizm anlayışı ise, teorik olarak Guiseppe Mazzini ve Guiseppe Garibaldi gibi İtalyan sol milliyetçilerinden Rus narodnik geleneğine, Eduard Bernstein ve Jean Jaures’ten Karl Kautsky’e, sosyal demokrasinin merkezinden sağına geniş bir yelpazeye dayanıyordu. Zamanla en fazla belirgin olan Fransız Jean Jaures’in uluslara, anavatanlara ve demokrasiye bağlı sosyalizm anlayışı oldu[60]. Bununla birlikte Taşnakların ulusal programı da değişmekteydi. Artık Türkiye Ermenistan’ı için, ulusal kurtuluş çizgisinden ziyade, yerel özerkliğe dayanan siyasal demokrasi ve Osmanlı İmparatorluğu ile federatif bağlar kurulması savunulmaktaydı[61].

Enternasyonalist Ermeni sosyalistlerinin hepsi, Taşnakların, sosyalist sloganları milli amaçları için kullanan burjuva milliyetçisi bir örgütlenme oldukları konusunda hemfikirdiler. Şüphesiz, Taşnak militanlarından bazıları zamanla gerçekten sosyalist görüşlerden etkilenmeye başladılar, hatta kimileri başından beri içtenlikle sosyalizme inanmaktaydılar. Öte yandan partinin sınıf mücadelesine yaklaşımı onu hem Kafkaslarda, hem de Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni küçük burjuvazisinin yoğun ve Ermeni burjuvazisinin özellikle muhalif ve radikal kesiminin mevcut ve etkin olduğu bir yapı haline getirmişti. Taşnaklar 1907’de Jön Türklerle ittifak yaptıklarında bunu Ermeni işçi sınıfının çıkarları uğruna mı yapmışlardı, yoksa Ermeni burjuvazisinin çıkarları namına mı? İttihat ve Terakki’nin iktidarı aldıktan kısa bir zaman sonra Ermenilere uygulayacağı soykırım, Ermeni işçi sınıfının Jön Türklerle ve Türk burjuvazisiyle bir ittifaktan anlık olarak bile elde edebileceği bir çıkarı olmadığını gösterecekti. Taşnakların Jön Türklerle ittifakının altında Ermeni burjuvazisinin çıkarları yatmaktaydı. Aslında, Ermeni burjuvazisinin Taşnaklar içinde ifade bulan kesimiyle, Jön Türk hareketinin ifade ettiği Türk burjuvazisi arasında ciddi tarihsel paralellikler vardı. Nasıl Türk burjuvazisi konumuna rağmen siyasal iktidarı elinde tutmuyorduysa, Taşnaklar içinde öne çıkan radikal Ermeni burjuvazisi ve küçük-burjuvazisi de Ermeni toplumu içerisinde resmi ve siyasi ayrıcalıklara sahip değildi. Ülke genelinde siyasi iktidar monarşideydi. Ermeni toplumu içinde sultanın iktidarına eklemlenmiş, resmi ve siyasi ayrıcalıklara sahip kesimse ruhbandı. Aslında radikal Türk burjuvazisi ile radikal Ermeni burjuvazisinin siyasi çıkarları; daha genel olarak da Osmanlı devlet ve ordu burjuvazisi ile Osmanlı sanayi ve ticaret sermayelerinin çıkarları bir işbirliğini gerektiriyordu. Eğer bir parti olarak Taşnak liderliğinin analizini yaparsak söylemeliyiz ki, Aralık 1907’ye kadar örgütün liderliğinin bir zerresine dahi sosyalist dersek, ittihatçılarla masaya oturulduğu zaman o zerre ölmüştü. İttihatçılarla ittifak, nihayetinde Taşnakları geri dönüşü olmayan bir biçimde Ermeni burjuvazisinin çıkarları için büyük oynayan bir harekete dönüştürecekti.

II. Abdülhamit’in devrilmesi öncesinde Osmanlı burjuvazisinin siyasi temsilcileri bu durumdaydı. Fakat 1908 isyanının tek etmeni Osmanlı burjuvazisi değildi. Yeni yüzyılın başlarından itibaren tekrar Osmanlı gündemine oturan işçi mücadelelerinin de 1908’e giden süreçte ciddi bir etkileri olacaktı. İşçi sınıfı, Abdülhamit dönemi baskılarına rağmen 1902’de tekrar sınıfsal mücadelelerine başlamıştı. 1908’e kadar, dünya genelindeki 1905 grevlerinin etkisiyle özellikle 1904–1906 arasında yoğunlaşan, başta Selanik ve İstanbul olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında bulunan Kavala, Manastır, Vodenli, Üsküp, Edirne gibi şehirlerde binlerce işçinin katıldığı grevler gerçekleşti. Bu grev dalgasının Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki topraklarında gerçekleşmiş olması da pek şaşırtıcı bir durum değildi; zira burası bürokratik burjuvazinin İttihatçı hareketinin de gayri Müslim sermayenin ve örgütlerinin de güçlü olduğu, sanayileşmiş bir yerdi ve pek çok açıdan imparatorluğun en gelişmiş kesimiydi. Bu grevler dalgası anlık bir patlama olmaktan ziyade otuz yıldır devam eden baskıcı Abdülhamit yönetimine, ağır ve zorlu ekonomik koşullara ve tarımsal üretimdeki sıkıntılara ve kıtlıklara karşı işçi sınıfının hoşnutsuzluğunun, çeşitli makamlara yapılan çaresiz başvuruların sonuç vermemesinin bir ifadesiydi[62]. Grevlerin gerçekleşmesine neden olan en temel mesele, ekonomik sıkıntılardan dolayı hem devletin hem de özel işletmelerin işçilerin maaşlarını ödeyememeleriydi. Bu grevlerin ilginç fakat aslında şaşırtıcı olmayan yanı ise çoğunlukla gayri Müslimlerin elinde bulunan özel işletmelerde oldukları kadar, kamu sektöründe de gerçekleştirilmeleriydi. Kamu sektöründe çalışan işçilerin de greve gitmekte olması Osmanlı devlet yapısının sınıfsal niteliğini net bir biçimde ortaya koyuyordu[63].

1902–1908 arasında her yıl gerçekleşen grevleri 1908 isyanının temel nedeni sayamayız. Öte yandan, eğer bu yıllarda böylesi bir grev dalgası gerçekleşmemiş olsaydı, Osmanlı burjuvazisinin, II. Abdülhamit rejimine karşı harekete geçecek cesareti bulamayacağını söylemek, abartılı bir ifade olmayacaktır. 1902’den itibaren altı yıl boyunca devam eden bu işçi eylemlerinden her biri, Abdülhamit rejimine bir darbe olmuş ve rejimin itibarını zayıflatmıştı. Öte yandan, grevlerin gösterdiği en önemli olgu, geçen on altı yıl boyunca işçi sınıfının mücadele etmesini engellemeyi ve sınıfı pasif bir konumda tutmayı başarmış olan Abdülhamit rejiminin artık işçi sınıfının kontrol edemediğini gözler önüne sermiştir. Rejiminin bütün tehditkâr unsurlarıyla, baskı araçlarıyla ve acımasızlığıyla bile olsa Abdülhamit, sınıf mücadelelerinin önüne geçmeyi başaramamaktadır. İşte bu durumun yaşanması, 1902–1906 grevlerini, 1908’in nasıl gerçekleşebildiğini anlayabilmek için göz önünde bulundurmamız gereken en önemli arka plan yapmaktadır. 1908’de Abdülhamit’i işçi sınıfı devirmeyecektir ama Abdülhamit rejimi çatırdamaya, 1902’de sınıf mücadelelerinin yeniden ortaya çıkması ile başlamıştır. Dolayısıyla rejime karşı ilk darbe, bizzat işçi sınıfının eliyle vurulmuştur.

1908 öncesinde Jön Türkler konusunda Osmanlı sosyalizminin tutumu Taşnakların tutumundan genel hatlarıyla farklıydı. Gerek imparatorluğun batısındaki sosyalist hareketin milliyetçi Makedonya İç Devrimci Örgütü içerisindeki kesimi[64], gerekse Osmanlı’da faaliyet içerisinde bulunan önde gelen Ermeni sosyalist partisi olan Hınçak Sosyal Demokrat Partisi, Taşnaklar gibi Jön Türklere onlarla masaya oturacak kadar yakın olmasalar da giderek yaklaşmaya başlıyorlardı. Bunlara karşılık, Osmanlı sosyalist hareketinin hem batıdaki, hem de doğudaki sol kanadı, Jön Türk hareketine çok daha mesafeli bakmaktaydı. Makedonya’da Glavinov önderliğindeki Devrimci Sosyal Demokratlar Birliği, Girit olayı üzerinden daha 1897’den beri Jön Türk hareketine ciddi bir mesafeyle bakmaktaydı. 1898’de, örgütün o dönemki yayın organı Politiçeska Svoboda’da Jön Türk hareketinin Girit meselesine yaklaşımıyla ilgili Glavinov’un bir yazısı yayınlandı. Bir hayli sert bir dille yazılmış bir yazıda, Jön Türklerin Girit’te Türk milliyetçiliğini savunan tutumları eleştiriliyordu. Glavinov, Jön Türk’lerin Osmanlı’nın azınlıklara karşı uyguladığı milli baskıdan ve egemenliklerden yana olduğunu savunuyordu[65]. Zaten 1900’lerin başlarından itibaren MİDÖ ve benzeri ezilen ulus milliyetçileri dâhil hiçbir burjuva ve küçük-burjuva eğilimle çalışmama tutumunu benimsemiş olan dar sosyalist geleneğin, Jön Türk hareketiyle herhangi bir yakınlaşmaya girmesi düşünülemezdi. 1905’te (Dar)BDSİP çizgisinde kurulan Makedonya ve Edirne Sosyal Demokrat İşçi Örgütü’nün tutumu da bu şekilde devam edecekti. Bununla birlikte, Abdülhamit’in devrilmesine giden dönemde MESDÖ de ciddi devlet baskılarına maruz kalacaktı[66].

Ermeni sosyalist hareketinin Osmanlı odaklı kesiminin sol kanadı ise yine Kafkaslarda, Tiflis’te 1906’da çıkmaya başlayan Yerkri Tzayn (Ülkenin Sesi) isimli gazete etrafında şekillenmeye başlayacaktı. Bu gazetede, Marksist Ermeni İşçiler Grubu’ndan Hınçak Sosyal Demokrat Partisi’ne, Sosyal Demokrat Ermeni İşçiler Örgütü’nden Genç Taşnaklara kadar bütün sosyalist Ermeni örgütlenmelerden gelen çeşitli unsurları bir araya getirmekteydi. Derginin kurucusu Tigran Zaven’in hem Taşnakların doğu örgütlenmesiyle, hem de Hınçak Sosyal Demokrat Partisi ile iyi ilişkileri vardı. Sosyal Demokrat Ermeni İşçiler Örgütü’nün önemli teorisyenlerinden Bahşi İşhanyan da Yerkri Tzayn’a katkı sunanlar arasındaydı. Ayrıca Ermeni Marksist solunun ilk örgütü Marksist Ermeni İşçiler Grubu’nun kurucularından Yessalem takma adlı militan işçi Karekin Kozikyan da, 1904’te İsviçre’de çıkarttığı ve hem Taşnak hem de Hınçak partilerini eleştiren Banvor (İşçi) isimli yayının ardından bu gazetede çalışmaya başlamıştı[67]. Yerkri Tzayn, ismine rağmen daha ilk sayısında Osmanlı İmparatorluğu’na dair çok net ifade edilmiş olmasa da açıkça enternasyonalist bir yaklaşım sunuyordu:

“İki halkı ne ayırıyor? Hepimiz aynı zorbanın ayakları altında eziliyoruz. Aynı bahtsızlıklara üzülüyoruz. Çevrenize bir bakın. Türkiye, İran ve Rusya’da Türk halkı, katı önyargıları, engin cehaleti ve sonsuz yoksulluklarıyla sömürücülerin pençesindedir; kanlar içindeki bu zavallı yaratıklar Ermeni halkı kadar acı çekmektedir. Türkiye Ermenileri kendi kurtuluş davalarını, aynı boyunduruk altında yaşayan başkalarının kurtuluş davalarından ayırmamalıdırlar (…) Türkiye’de tek bir ihtimal vardır: Büyük Devrim (…) Ermenileri, Türkleri, Kürtleri, Süryanileri, Yezidileri, Dürzîleri, Rumları, Yahudileri, Arapları, Arnavutları ve Makedonları köle eden bu rejim, bütün bu halkların birleşik gücüyle devrilmelidir.”[68]

1907’nin başına gelindiğinde ise, çevrenin görüşü daha da net bir biçimde ortaya konulacaktı. Yerkri Tzayn’ın enternasyonalizmi sınıfsal temelde bir enternasyonalizmdi ve kendilerini ne kadar devrimci göstermeye çalışırlarsa çalışsınlar, farklı sınıfların hareketleriyle işbirliğine karşı çıkmayı bir görev olarak görmekteydi. Derginin Jön Türk hareketine bakışı da bu minvalde şekillenmekteydi:

“Biz ‘Ermeni Milleti’ adına konuşmak istemiyoruz; çünkü bize göre halkları ayıran ırklar ya da diller değildir, sınıflar, toplumsal, ekonomik ve siyasal kategorilerdir. Ermeniler ve Türkler yoktur. Sadece ezenler ve ezilenler, sömürenler ve sömürülenler vardır... Jön Türklere karşı tutumumuz ne olmalı? Kendilerini liberal bir sınıf olarak ortaya koydukları için, bizim onlarla organik bir ilişkimiz olamaz (…) Gerçek bir bağlaşma, ancak Türk halkıyla yapılabilir (…) Eğer onlar yalnızca ‘Müslüman Milleti’nin değil, bütün ezilenlerin bir siyasi partisini oluştururlarsa (…) Ancak o zaman Ermeniler Türklerle birlikte bir sınıf partisi kurabilirler"[69].

Yerkri Tzayn Tiflis merkezli bir yayın olsa da, içeriği Osmanlı İmparatorluğu’na yönelikti. Derginin sayfaları dönemin Prens Sabahattin, Ahmet Rıza, Abdullah Cevdet gibi önde gelen Jön Türklerine dair detaylı biyografiler ve sert eleştiriler içeriyordu[70]. Ayrıca Yerki Tzayn başta Van olmak üzere imparatorluğun Ermeni nüfusun yüksek olduğu kimi şehirlerinde dağıtılıyordu ve derginin yazıları Ermenice, Türkçe ve Kürtçe binlerce bildiri haline getirilip bölgede dağıtılıyordu. Taşnak Partisi önderlerinin Paris’te İttihatçılarla görüşmelerine aylar kala, bölgedeki Taşnak militanları da Yerki Tzayn’ın savunduğu görüşlerden çok ciddi bir biçimde etkileniyordu[71]. Gerek Kafkasya’daki Doğu Bürosu, gerekse Paris’teki Batı Bürosu sınıf mücadelesini reddeden Taşnak partisinin imparatorluğun doğu bölgesindeki kimi militanlarının yayınladığı aşağıdaki bildiri, Yerkri Tzayn’ın görüşlerinin etkisini, dilinin benzerliğiyle dahi doğrulamaktadır:

“Bizim kendimizin kim olduğumuzu, karşıtlarımızın ve düşmanlarımızın kimler olduğunu anlamamızın zamanı geldiğine inanıyoruz. ‘Biz’ derken, ‘Taşnak’ ya da diğer Ermeni devrimci partilerini değil, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan ve zorba hükümetin yıkıcılığına, yağmacılığına ve baskıcılığına uğrayan herkesi, bütün Osmanlıları, yani bütün Türkleri, Ermenileri, Arnavutları, Arapları, Rumları, Süryanileri kastettiğimiz anlaşılmalı. (…) Bizim bayrağımız altına girenlerse, ırk ya da din ayrımı olmadan, özgürlük ve eşitliği isteyenler, müstebit hükümetten nefretle, bütün halkları kölelikten, yağmadan ve haydutluktan kurtarmaya çalışanlardır. Biz özgürlüğüz, bilgiyiz, eşitliğiz, adaletiz. Düşmanlarımız zorbalıktır, cahilliktir, köleliktir, yağmadır, adaletsizliktir. Biz işçileriz, biz ülkemizin lanetlileriyiz, alevleri yükseltenleriz.”[72]

1908 İsyanı’nın Analizi

Abdülhamit rejimi, 1902’den beri sallanmaktaydı; 3 Temmuz 1908’de, yanından geyiğini ayırmayan Resneli Niyazi adlı eksantrik bir İttihatçı subayın, komutasındaki iki yüz kadar asker ile Makedonya dağlarına çıkmasıyla, saltanat sallanmaya başladı. Üç hafta içerisinde bu ayaklanma Osmanlı ordusu içerisinde hızla büyümüştü. Kıvılcım, kısa zamanda Makedonya’daki Osmanlı ordusunun neredeyse tamamını, imparatorluk genelinde ise ciddi bir kısmını saran bir yangına dönüşmüştü. Arnavut “vatan fedaisi” Resneli Niyazi, 1908 isyanını başlattığı zaman, resmi Osmanlı İmparatorluğu’nu 1. Dünya Savaşı’na götürecek, imparatorluğun sonunu görecek ve Mustafa Kemal Atatürk şahsı etrafında Kemalizm adıyla yeniden doğup gölgesi günümüz Türkiye’sine hâlâ uzanıyor olacak geleneği iktidara getirdiğini bilmiyordu. Çünkü adı yeni başlamış yüzyılda çok iyi bilinecek olan Mustafa Kemal, 1908 yaşanırken Selanik’teki otelinin balkonunda olayları izlemekte olan başka bir İttihatçı subayın arkasındaki bir gölgeden ibaretti. Bu subay, Resneli Niyazi’nin askerleriyle dağa çıktığı haberi geldikten sonra Abdülhamit’in devrilmesi için ve tabii ki kendisi için de muhteşem bir fırsat doğduğuna inanarak görev yaptığı Selanik’teki Osmanlı ordusunda isyanı yaymaya çalışan İsmail Enver’den başkası değildi. Ayaklanma Selanik’e yayıldıktan sonra nüfusun sabahlara kadar sokaklarda kaldığı söylenir. Aynı gecenin sabahında, yani 24 Temmuz’da Selanik’e, isyanı bastıramayan II. Abdülhamit’in yeniden meşrutiyet rejimine geçildiğini ilan ettiği haberi ulaşacaktı[73]. Jön Türkler kazanmıştı. Osmanlı şehirlerinin sokaklarında yankılanan slogan, “Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet”ti (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik). İstanbul birkaç ay içerisinde “dünya’nın en özgür şehri” olacaktı[74].

Ya da Jön Türkler, Taşnaklar ve tarihe II. Meşrutiyet olarak geçecek rejime inananlar içinde en iyi niyetlileri böyle düşünüyorlardı. Daha 24 Temmuz’dan birkaç hafta sonrasında devasa işçi mücadelelerinin patlamasıyla durumun böyle kalmayacağı açığa çıkacaktı. Öte yandan gerçekleşen, tarihte hak ettiği ilgiyi göremeyecek olsa da, fazlasıyla önemli bir olaydı. Fakat gerçekleşen neydi? 3 Temmuz’da başlayıp 24 Temmuz’da zafere ulaşanlar kimlerdi? Osmanlı İmparatorluğu’nda ne olmuştu ve bu olayların anlamı neydi? Gerçekleşen olaylar, Osmanlı sosyalizmi için bir hayli büyük bir önem taşımaktaydılar ve Osmanlı ve Balkan sosyalizminin sol kanadı bu tartışma içerisinde en net tavırları takınanlar arasında olacaklardı. Öte yandan uluslararası sosyalist hareketin önemli önderleri için de Jön Türk isyanı bir değerlendirme yapmayı gerektiriyordu ve dönemin pek çok önemli düşünürü gerçekleşenlere dair bir tutum alma ihtiyacını hissediyordu. İsyanın doğasına dair soruyu ortaya ilk atan sosyalist militan, Balkan sosyalizminin önde gelen isimlerinden Christian Rakovski’ydi. Rakovski 24 Temmuz’dan bir hafta sonra, 1 Ağustos’ta yayınlanan yazısında şu değerlendirmeyi yapmaktaydı:

“[B]ir devrim mi, yoksa fazla önemli sonuçlar yaratmayacak bir askerî darbe mi görüyoruz? Bunu, ancak gelecek gösterecek. Ancak diğer yandan, Türk devrimi başladığı günden beri çok tehlikeli bir yoldan çıkma sinyali veriyor.

"Hiç kuşku yok ki, öylesine fazla tutkuyla parçalanmış bir ülke olan Türkiye'de barış ortamını sağlamanın tek yolu özgürlüklerin azamî ölçüde sağlanmasıdır. Ancak imparatorluğun farklı halklarının taleplerinin karşılanmasını sağlayan onları dayanışma ruhu altında toplamayı başarabilir. Ne yazık ki Jön Türklerin gücü bu açıdan bakıldığında tamamen yetersizdir. Talep ettikleri ve elde ettikleri 1876 Anayasası istenecek çok şey bırakıyor. Sultan'ın mutlak gücüne ise neredeyse hiç dokunmuyor.

(…)

"Diğer yandan imparatorlukta karşılaştıkları çürüme durumu karşısında şaşkına dönmüş Jön Türklerin akıllarında sadece tek bir şey var: Merkezî iktidarı olabildiğince sağlamlaştırmak. Mutlakıyetçi sultanın yerini ondan daha az mutlakıyetçi olmayan oligarşi alacak gibi.

(…)

Jön Türklerin içinde ciddi bir şekilde tutulduğu ve desteklendiği tek çevre, ordu ve bürokrasi çevresidir. Bu iki unsur, kısa süreli oldukları kadar kısa ömürlü bir devrimi garanti edebilirler ancak. Sultan'ın mümkün olan en fazla sayıda Jön Türkü iktidara çağıran zekice bir manevrası, tüm hareketi dağıtabilir ve hareketin sonunu getirebilir. Jön Türkler Hıristiyan burjuvaziden ve işçi sınıfından sağlam bir destek bulabilir, ancak böyle bir işe kalkışacak ahlaki cesarete sahipler mi? [75]

Rakovski’nin ortaya attığı sorular kısa süre içerisinde gelişmeler tarafından yanıtlanacak, Jön Türk hareketinin, sultanın zekice bir manevrasıyla dağılmayacak bir yapıda olduğu ve Jön Türklerin ihtiyaç duydukları sürece, işçi sınıfıyla değilse de Hıristiyan burjuvaziyle birlikte çalışmaktan bir çekinceleri bulunmadığı ortaya çıkacaktı. Rakovski’nin genel tutumu ise, desteklediği dar sosyalist akım tarafından da sahiplenilmekteydi. Dar sosyalistler, daha en başından en ufak bir çekinceye veya tereddütte ve en ufak bir yanılsamaya düşmeden, 1908 İsyanı’nı bir askeri ayaklanma olarak nitelendireceklerdi[76]. Dar sosyalistlerin lideri Blagoev de 24 Temmuz’dan kısa bir süre sonra, Ağustos ayında yayınladığı bir kitapçıkta tamamen net bir biçimde proletaryayı burjuva ve küçük burjuva unsurların etkilerinden korumanın önemini vurguluyor; bu görev her zamankinden daha büyük bir önem kazanmışken Jön Türkleri desteklemek için Makedonya’ya koşan sosyalistleri kınıyordu. Blagoev, yalnızca Jön Türklere karşı değil, Jön Türklerin “sosyalist maskesi takmış” destekçilerini de sertçe eleştirmekteydi. Bununla birlikte, Blagoev dar sosyalistlerin olaylardan uzak durması gerektiğini de savunmuyor, Osmanlı sınırları içerisindeki yoldaşlarının olası grevlere katılması gerektiğini de güçlü bir biçimde vurguluyordu[77]. (Dar)BDSİP’nin 2-5 Ağustos arası gerçekleşen 15. Büyük Kongresi de duruma aynı netlikte bakıyordu:

“(Dar)BDSİP Kongresi (…) Türkiye proletaryasının, mutlakıyet rejimini ortadan kaldırmak ve Türkiye proletaryasının tamamıyla kurtulması için yaptığı savaşımı sürdürmesini ve bu savaşımda tam zafere ulaşmasını temenni eder. Türkiye proletaryası tam özgürlüğüne, ancak öz sınıfsal örgütüyle, sosyalizm bayrağı altında, uluslararası sosyal demokrat güçlerle omuz omuza savaşarak erişebilir.” [78]

Uluslararası sosyalist hareketin sol kanadının liderleri de 1908’de gerçekleşen olay ve sonrasındaki gelişmelere dair bir hayli önemli değerlendirmeler yaptılar. Ekim 1908’de kaleme aldığı bir yazısında Lenin, Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçekleşmiş olan olayı, bir demokratik burjuva devrimi olarak nitelendirdi. Ancak, Lenin’in Jön Türk hareketini desteklediği veya bu harekete dair yanılsamalar içerisinde olduğunu söylemek de pek mümkün değildi:

“Topraklarını ve kolonilerini geliştirmek açısından ‘yutulabilecek’ en büyük lokmayı yutma kaygısı duyan kapitalist güçler arasındaki rekabet, Avrupa’ya bağımlı veyahut Avrupa’nın ‘koruduğu’ ülkelerde bağımsız demokratik hareketlerden duyulan korku ile birlikte, Avrupa politikasının ana pınarlarını oluşturmaktadır. Jön Türkler ılımlılıkları ve ihtiyatlarından dolayı övülmekteler, yani Türk devrimi tam da zayıf olduğu için, halk kitlelerini bağımsız eyleme teşvik etmediği için, Osmanlı İmparatorluğu’nda proleter mücadelelerin baş göstermesine düşmanca yaklaştığı için övülüyor.” [79]

Lenin haricinde Troçki’nin de Jön Türkler ve Osmanlı’da 1908 üzerine yazıları vardır. Troçki’nin 1908’in mahiyetini belirlerken aldığı tutum Lenin’in çok uzağında olmamakla birlikte, özellikle kitle grevinin patlak vermesinin ardından 1908’i, Rusya’nın 1905’ine benzetmesi ve bir devamlılık görmesi farklılığıdır. Ayrıca uluslararası sosyalist hareket önderlerinden, Osmanlı’da sınıf hareketinin önemine en fazla vurgu yapan da Troçki olacaktı. Troçki, Aralık 1908’de yazdığı yazısında şöyle demektedir:

“Rus Devrimi’nin yankıları Rusya sınırlarının dışına taştı. Devrim, Batı Avrupa’da coşkulu bir proletarya hareketinin gelişmesini tetikledi. Aynı zamanda Asya ülkelerini de siyasi bir faaliyet içine çekti. Rusya’da olup bitenlerin doğrudan etkisiyle İran’da, Kafkasya sınırlarında iki yıldan fazla bir süredir çeşitli biçimlerde devam eden devrimci bir mücadele başladı. Kitleler, Çin’de, Hindistan’da, her yerde, hem kendi ülkelerindeki zorbaların hem de Avrupa proletaryasını sömürmekle yetinmeyip Asya halklarını da soyup soğana çeviren Avrupalı yağmacıların (kapitalistler, misyonerler) karşısına dikildi. Rus Devrimi’nin yarattığı en son etki, bu yaz Türkiye’de gerçekleşen devrim oldu.

"Rusya’da devrimin temel savaşçısı proletaryadır. Türkiye’de, daha önce de belirttiğim gibi, ancak başlangıç halinde bir sanayi vardı; proletarya zayıf ve sayıca yetersizdi (…) Bu yılın Temmuz ayında devrim patlak verdiği zaman, Sultan ordusuz kaldı. Askeri birlikler birbiri ardına devrim saflarına geçiyordu. Bilinçsiz askerler hareketin amacını kuşkusuz anlamıyorlardı ama yaşam koşullarıyla ilgili hoşnutsuzlukları, onları subaylarını izlemeye yöneltmişti. Subaylar, talepleri kabul edilmezse sultanı devirmek tehdidinde bulunarak bir anayasa istediler. Abdülhamit’in boyun eğmekten başka yapacağı bir şey yoktu. Bir anayasa ihsan etti (sultanlar boğazlarına bir bıçak dayandığı zaman genellikle böyle jestler yaparlar), liberallerin yer aldığı bir bakanlık oluşturdu ve parlamento seçimlerine gitti. Bu dönemde tüm ülkede büyük bir hareketlilik göze çarptı. Mitingler mitingleri izledi. Çok sayıda yeni gazete çıkarıldı. Genç proletarya, bir gök gürültüsüyle uyanır gibi harekete geçti. Grevler patlak verdi, işçi örgütleri kuruldu. Selanik’te ilk sosyalist gazete yayınlandı.

"Reformcu ‘Jön Türklerin’ çoğunlukta olduğu Türk parlamentosu, bu satırların yazıldığı sırada yeni toplandı. Yakın gelecek bize bu Türk 'Duma'sının yazgısının ne olacağını gösterecek.” [80]

1909’da yazdığı bir yazıda ise Troçki, Osmanlı 1908’ini, genel hatlarıyla geliştirmiş olduğu sürekli devrim anlayışı minvalinde değerlendirecekti:

“Türk devrimi, tamamlamak zorunda olduğu görevler nedeniyle (ekonomik bağımsızlık, devletin ve ulusun bütünlüğü, politik özgürlükler) burjuva ulusun kendi kaderini belirlemesine denk düştü ve bu anlamda 1789–1848 devrimlerinin geleneğini canlandırdı. Öte yandan devrim subaylarının yönettiği ordu, ulusun yürütme organı gibi görev yaptı ve bu da, olayların askeri manevralarla planlandığı izlenimini yarattı. Yine de pek çok insanın yaptığı gibi Türkiye’deki son Temmuz olaylarında yalnızca basit bir darbe görmek ve bu olayları Sırbistan’daki herhangi bir askeri-hanedancı darbeyle eş tutmak son derece aptalcadır. Türk subaylarının gücü ve başarılarının gizi, kusursuzca hazırlanmış bir planda ya da şeytanca bir ustalıkta ve suikast yeteneklerinde değil, toplumun en ileri sınıflarının kendilerine duyduğu sempatide yatıyor: Tüccarlar, zanaatçılar, işçiler, dinsel ve yönetsel kesimler ve nihayet köylülerin temsil ettiği kır kitleleri. Fakat bütün bu sınıflar beraberlerinde yalnızca “sempati”lerini değil, çıkarlarını, taleplerini ve umutlarını da getiriyor. Uzun süredir bastırılmış olan toplumsal özlemlerini, bunları dile getirmek için kendilerine zemin yaratan bir parlamento sayesinde, şimdi açıkça ifade ediyorlar. Türk Devrimi’nin artık tamamlandığını düşünenleri acı düş kırıklıkları bekliyor. Düş kırıklığına uğrayanların arasında yalnızca Abdülhamit değil, öyle görünüyor ki “Jön Türkler” Partisi de olacak.

(…)

Türk endüstrisi söylediğimiz gibi çok zayıf. Sultan rejimi yalnızca ülkenin ekonomik kuruluşlarını aşındırmakla kalmadı, proletaryanın gelişmesi korkusuyla fabrikaların yapılmasına da bilerek engel oldu. Ama aynı zamanda, rejimi bu tehlikeye karşı tamamen korumanın olanaksız olduğu da ortaya çıktı. Türk Devrimi’nin ilk haftalarına, fırınlarda, matbaalarda, tekstilde, toplu taşımacılıkta, tütün imalatında çalışanların, demiryolu ve liman işçilerinin grevleri damgasını vurdu. Avusturyalı marşandizlerin boykotu için, Türkiye’nin henüz çok genç olan ve bu kampanyada kararlı bir rol üstlenen proletaryası (özellikle liman işçileri) esin kaynağı olacak ve onları harekete geçirecekti. Peki, yeni rejim işçi sınıfının siyasi uyanışını nasıl karşıladı? Grevleri zor kullanarak engellemeyi öngören bir yasa çıkartarak. ‘Jön Türklerin’ programında, çalışanların lehine alınacak önlemlere ilişkin tek bir sözcük yer almadı. Fakat Türk proletaryasını önemsiz bir nicelik olarak değerlendirmek, ciddi sürprizlerle karşılaşma riskine girmek anlamına geliyor. Bir sınıfın önemi hiçbir zaman yalnızca sayısıyla değerlendirilmez. Günümüzde proletaryanın gücü, sayıca çok az da olsa, ülkenin yoğunlaşmış üreteci gücünü ve en önemli iletişim araçlarının denetimini ellerinde tutması olgusundadır.‘Jön Türkler’ Partisi, bu basit kapitalist ekonomi politik olgunun karşısında, gerçekliğe sertçe çarpacaktır (...) Bu yüzden geçtiğimiz Temmuz’da Makedonya’da gerçekleşen ve Meclisin toplanmasını sağlayan askeri isyanı, yalnızca devrimin önsözü olarak görüyorum”. [81]

Genel olarak Troçki’nin bu konudaki görüşlerinin dikkat çekici bir özelliği, Osmanlı sosyalist hareketinin sol kanadının tutumuna en yakın görüşleri ifade etmiş oluşudur. Tıpkı Osmanlı dar sosyalistleri gibi, Troçki de olanları genel hatlarıyla nitelendirmek için devrim terimini kullanmakla birlikte, Temmuz 1908’de gerçekleşen ayaklanmayı bir askeri isyan olarak nitelendirmiştir. Aynı zamanda Troçki, Osmanlı sosyalistlerinin netliğine nazaran bir hayli çekinceli, hatta utangaç bir biçimde de olsa, Osmanlı proletaryasının oynadığı role ve önemine dikkat çekerek ve Temmuz 1908’i devrimin yalnızca ‘önsözü’ şeklinde niteleyerek, Osmanlı İmparatorluğu’nda bir proleter devrimin gündemde olabileceğini ifade etmiştir. 1915’te hapisten yazacağı Junius Kitapçığı adlı eserinde Rosa Luxemburg da, ayaklanmanın tahliline kalkışmaksızın Jön Türk hareketinin niteliğini, gidişatını ve Alman emperyalizmi ile ilişkisini net bir biçimde ortaya koyacaktır:

“İlk aşamada, Jön Türk hareketinde hala ideal beklentiler hâkimken, hareket Türkiye’nin gerçekten yeni bir bahar, bir yeniden doğuş yaşayabileceğine dair hırslı planlar ve yanılsamalarla yanıp tutuşurken, hareket siyasi olarak belirgin bir biçimde İngiltere’ye sempati duymaktaydı. Bu ülke, modern liberal yönetimin ideal durumunu temsil etme görüntüsündeydi. Almanya ise, çok uzun bir süre eski sultanın kutsal rejiminin koruyucusu olarak, doğal bir düşman olarak gözükmekteydi. Bir dönem 1908 Devrimi Alman doğu siyasetinin iflasıymış izlenimi verdi. Abdülhamit’in düşüşünün Alman düşüşüyle el ele gerçekleşeceği kesin gibi gözükmekteydi. Öte yandan Jön Türkler iktidarı pekiştirdikçe, büyük çaplı bir endüstriyel, toplumsal veya ulusal reform gerçekleştirmekten tamamen aciz oldukları ortaya çıktı, karşı devrimci tırnakları ortaya çıktıkça, Abdülhamit’in denenmiş ve geçerliliği tescillenmiş yöntemlerine dönmek zorunda kaldılar. Bu da birbirlerinin gırtlaklarına yapışana kadar birbirlerine karşı kışkırtılan ezilen halkların düzenli katliamları ve tarımın gerçek anlamıyla doğu tipi sömürüsünün ülkenin temeli oluşu anlamına geliyordu. ‘Genç Türkiye’nin en önemli özelliği, iktidarın zor kullanılarak yapay bir biçimde tekrar tekrar pekiştirilmesi oldu ve Abdülhamit’in Almanya’yla geleneksel ittifakı, Türkiye dış siyasetinin belirleyici unsuru olarak geri getirildi.” [82]

Öte yandan hem İkinci Enternasyonal hem de Osmanlı sosyalizminin sol kanat dışındaki kesimi, 1908 ayaklanmasını gerçekten eleştirel bir tutum takınmadan büyük bir heyecanla selamlayacaktı. Siyasi köken olarak (Dar)BSDİP’den 1905’te ayrılan anarko-liberal eğilim içerisinde yer alan Selanikli sosyalist Avraam Benaroya, İsyanı şöyle anlatıyordu:

“Günlerce ve haftalarca Sabri Paşa Caddesi ve Beyaz Kule Bahçeleri bayraklar, kutlamalar ve Türkiye’nin kurtuluşu şarkılarından başka bir şey görmedi, duymadı. Bütün konuşmaların ortak bir temposu, ortak bir motifi vardı: ‘33 yıl boyunca, 30 milyon insan despot bir padişahın ve onun 300 hizmetkârı ve ajanlarının baskısı altında inledi. 30 kahraman, devrimin bayrağını yükseltti ve despot düştü; özgürlük gelmişti. Türkler ve Hıristiyanlar; herkes için özgürlük. Şimdi hepimiz kardeşiz. Müslümanlar, Hıristiyanlar, Museviler, Türkler, Arnavutlar, Araplar, Rumlar ve Bulgarlar, anavatan Osmanlı’nın özgür vatandaşlarıyız.” [83]

1908, Makedonya İç Devrimci Örgütü’nü de böldü. Hareketin Bulgaristan Devleti’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çıkarlarının uzantısı olan sağ kanadının Jön Türklere tutumunu, ‘Yeni’ Osmanlı ile Bulgaristan’ın ilişkileri belirleyecekti. Bu ilişkinin de pek yakın olmaması sonucu, MİDÖ’nün sağ kanadı Jön Türklere hep daha mesafeli kalacaktı. Öte yandan MİDÖ’nün, bu noktada barındırdığı geniş sosyalistler ve anarko-liberal eğilim tarafından çok büyük ölçüde şekillendirilmiş olan sol kanadı Jön Türklere bir hayli sıcak bakmaktaydı. Geniş sosyalistlerinin Makedonya’daki en önemli temsilcilerinden Dimo Hacıdimov Jön Türklerden yana tavır almıştı. MİDÖ’nün sol kanadının başı çeken silahlı önderi Yane Sandinski komutasındaki fedailer dağlardan inecek, Türk bayrağı önünde Jön Türk önde gelenleriyle pozlar vereceklerdi. [84]

Jön Türklere daha mesafeli bakan Hınçak Sosyal Demokrat Partisi bile, MİDÖ’nün sol kanadı kadar olmasa da, 1908 sonrasında faaliyetlerinin biçimini değiştirmeye razı oldu. Örgüt illegal çalışma pratiğini reddetme kararı aldı. 1890 Sason direnişinin başını çekmiş olan silahlı Hınçak fedaisi, Büyük Murat lakaplı Hampartsum Boyacıyan silahlarını bırakıp seçimlere girmek için İstanbul’a gelmişti [85]. Kısa bir süre sonra böylesi bir yasallaşmanın vahim bir hata olduğu sonucuna varacak olan Stepan Sabah-Gülyan bile, Ağustos 1908’de Beyoğlu Surp Yerrortutyun Kilisesi’nde Hınçak Sosyal Demokrat Partisi’nin düzenlediği bir toplantıda yaptığı konuşmada, şunları söyleyebilecekti:

“Biz Hınçaklar, artık devrim faaliyetine son vererek bütün mevcudiyetimizle vatanın ilerlemesi için çalışacağız." [86]

Taşnaklar daha önce de bahsettiğimiz üzere, Jön Türklerin apaçık müttefikleriydi; dolayısıyla yeni rejime destekleri Hınçak Sosyal Demokrat Partisi’nin tereddüt izlerini taşıyan tutumundan çok daha güçlüydü. Taşnakların Hınçak Partisi’nden daha fazla silahlı fedaisi vardı; dolayısıyla hem silahlarını bırakıp dağlardan şehirlere inen Taşnak fedailerinin sayısı, hem de dağlardan inerek meclise giren fedai önderlerinin sayısı az değildi[87]. Ermeni Devrimci Federasyonu’nun önderlerinden olan Arméne Aktoni, Taşnakların İttihatçılara tutumunu şu şekilde açıklıyordu:

“Taşnaksutyu’nun öncelikli görevlerinden biri de Osmanlı meşrutiyetini savunmak, Osmanlı milletlerinin en iyi şekilde birbirine karışmasını temin etmek ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle işbirliği yapmak olacaktır.” [88]

Buna karşın, İttihat ve Terakki Cemiyeti önde gelenleri de, ilk yıllarda, Ermeni Devrimci Federasyonu’na dair hiç de soğuk bir tavır takınmayacaklardı. İlk Meclis-i Mebusan’ın başkanı olacak İttihatçı Ahmet Rıza, meclise giren ilk Ermeni vekiller arasında fedailer olduğunu duyunca sevincini şu sözlerle belirtecekti:

“Ne güzel! Güvenilir dostlarımız meşrutiyetin kurumlarını savunmak için dağlardan inip meclise geliyorlar!” [89]

Kısa bir süre sonra, Osmanlı sosyalizminin sağ kanadının İttihatçılara bağladığı umutların ne derece boş, sol kanadın tavrının ise ne derece haklı olduğu ortaya çıkacaktı. Fakat buna gelmeden önce şu soruya cevap vermemiz gerekir: Bugün baktığımızda Temmuz 1908’de Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan durumun ne olduğunu söyleyebiliriz? 1908 isyanı Marksist anlamda bir devrim miydi, yoksa bir darbe miydi? Bu sorunun bu ikilem dışında bir yanıtı olduğu kanısındayız. 1908, Marksist anlamda ne yalnızca devrim terimiyle ifade edilebilir ve anlaşılabilir, ne yalnızca darbe sözcüğüyle. Temmuz 1908’de gerçekleşen isyanın, başını subayların çektiği bir askeri ayaklanma olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Nihayetinde Osmanlı’nın başına geçecek olan kişiler ve sonrasında Türkiye’ye hükmedecek gelenek, bu subayların askeri geleneği olacaktır. Öte yandan, bu olgudan 1908’in bir darbe olarak nitelendirilmesi gerektiği sonucunu çıkartmak, 1908 ile bugün İttihat ve Terakki denince akla gelen Enver-Talat-Cemal üçlüsünün iktidara gelişi (1913) arasındaki beş yılı ve bu beş yıl içerisinde gerçekleşen bütün mücadeleleri görmezden gelmek demektir. Ayrıca bu yaklaşım 1908 gerçekleşirken, İttihatçı subay ve bürokrat takımının, başka toplumsal güçlerin ortak mücadelesinin bir parçası olarak hareket ettiği gerçeğini de yadsımaktadır. Dahası, bu yaklaşım, 1908’de gerçekleşenlerde sanayi ve ticaret burjuvazisi, askeri burjuvazi ve bürokratik burjuvazinin siyasi temsilcilerinin meydana getirdiği birleşik burjuva cephenin, devletin tepesinden indirdiği kesimin başka bir sınıfa mensup olduğunu, bir monarşi olduğunu da unutmaktadır. 1908’de burjuvazinin harekete geçmesini mümkün kılan bir diğer gerçek, önceki yıllarda meydana gelen sınıf mücadelelerinin eski rejimi zayıflatmış olmasıdır. 1908 sonrasında esmeye başlayan hava ise, neredeyse burjuvazinin bütün katmanlarıyla karşı karşıya gelecek devasa sınıf mücadelelerinin patlak vermesine neden olmuştur.

Öte yandan, 1908, bir sınıfın devlet iktidarını başka bir sınıfın elinden alması tanımından yola çıkarsak, bir devrimdir. Öte yandan 1908’in Marksist anlamda bir devrim, yani bir toplumsal devrim olduğunu söylemek de mümkün değildir. Troçki’nin iddiasının aksine II. Abdülhamit döneminde ve hatta öncesinde Osmanlı’da sanayinin, işçi sınıfının ve sınıf mücadelesinin gelişmeye başladığı, bugün bilinmektedir. II. Abdülhamit rejimi aynı zamanda batı tipi bir iktisadi gelişimin karşısında değil, böylesi bir gelişimden yana olmuştur; zira Osmanlı İmparatorluğu’nun geri kalmışlığı bunu gerektirmiştir. Zaten Osmanlı devletinde kudretli bir askeri burjuvazi ve devlet burjuvazisinin ortaya çıkışının kapitalist ilişkilerin gelişmeye başlayışı ve hâkim hale gelişinin altında bu iktisadi politikalar yatmaktadır. Bu politikalar ister istemez Osmanlı devletinde çalışan bir işçi kesimi de yaratmıştır. Nihayetinde herhangi bir siyasi rejimin proletaryanın gelişmesinden duyduğu öznel korkuyu, iradi olarak kendi çıkarlarının karşısına dayatabileceği düşüncesi abestir. Ayrıca Abdülhamit rejimi gayri Müslim sermayeyi kötü etkileyen işçi grevlerinin de her zaman karşısında yer alarak ülkedeki sanayinin çıkarlarını da, en azından işçi sınıfına karşı korumuştur. Dolayısıyla 1908, Avrupa’daki 1789–1848 burjuva devrimlerinde olduğu gibi, burjuvazi ve monarşinin ekonomik çıkarlarının zıtlaşmasından, burjuvazinin ülkenin ekonomik yapısını dilediği gibi şekillendirebilmede monarşi engelini aşma isteğinden ve bunu yapabilmek için devleti yeniden şekillendirme ihtiyacından doğmamıştır. Osmanlı Devleti, 1908’de yapısı ve işleyişi bakımından, tepesinde monarşi bulunuyor olsa da, zaten kapitalistleşmiş bir devlettir.

Dolayısıyla söz konusu olan, ülkenin veya devletin yapısını değiştirmek değil, devletin tepesinde kimin oturacağının mevcut genel yapıya uyumlu şekilde belirlenmesidir. Burjuvazinin Abdülhamit rejimine karşı böylesi bir işe girişmesi, rejimin siyasal ve kültürel baskılarına bir tepki minvalinde gelişmiştir. Osmanlı burjuvazisinin bütün katmanlarının çıkarlarına zıt düşmekte olan, Abdülhamit rejiminin ideolojisidir. Osmanlı burjuvazisinin Avrupa’nın hasta adamına yeni bir ideoloji getirmek için kapitalist devlete tepeden tırnağa hükmetmesi, onu bir uzvu gibi kullanabilmesi gereklidir. Dahası, 1908 isyanı Troçki’nin bahsettiği ‘ekonomik bağımsızlık, devletin ve ulusun bütünlüğü, politik özgürlükler’ gibi görevleri karşılamak şöyle dursun, bunların tam tersi sonuçları ortaya çıkarmıştır. Ortaya çıkan yeni durumdan, Osmanlı İmparatorluğu kapitalizmi için bir atılım dönemi değil, bir baskı, kriz, savaş, soykırım ve imparatorluğun dağılma dönemi gelmiştir. İktidara gelen gelenek ise sonrasında, çöken kapitalizmin batıda ortaya çıkarttığı benzeri militarist ve devletçi bir rejim getirecektir. Bu nedenlerle, 1908’i nasıl tanımlayacak olursak olalım, tanımlamamızı yapmadan önce şunu ifade etmemiz gereklidir: Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan 1908 isyanı, tarihin bir ucubesidir. Devrimse ucube bir devrim, darbeyse ucube bir darbe... Bu durum, 1908’i net bir biçimde tanımlamak için ucube kavramlara başvurmamızı zorunlu kılmakta. Eğer 1908’e bir darbe diyeceksek, bunu ancak sosyal bir darbe, bir sınıf darbesi olarak nitelendirmek mümkündür – ki bu ucube bir tanımlama olacaktır. Öte yandan 1908’e bir devrim diyeceksek, onu ancak ideolojik bir devrim veya bir devlet devrimi olarak net bir biçimde açıklayabiliriz – ki bu da bir o kadar ucube bir diğer tanımlama olur. Bununla birlikte zaten bu iki tanımlama arasında gerçek bir farkın olup olmadığı da şüphelidir. İlk defa Rakovski’nin 1 Ağustos 1908’de sorduğu devrim mi darbe mi sorusunun en makul cevabı, 1908 isyanını dünya kapitalizminin çöküş aşaması arifesinde, Osmanlı koşullarının mümkün kıldığı ucube bir devrim-darbe kırması diye nitelendirerek verebiliriz.

1908 İsyanı Sonrası: Kitle Grevleri ve Sosyalist Hareket

1908 isyanını en fazla benzetebileceğimiz olay, 1905 Rus devrimidir. Şüphesiz ilk göze çarpan benzerlik, iki örnekte de köşeye sıkışmış monarşilerin büyük tepkiler karşısında bir meşrutiyet rejimi ve parlamentolar ilan etmiş olmalarıdır. Bu noktadaki temel farklılık, Osmanlı Meclis-i Mebusan'ının Rus Duma'sından fazlasıyla güçlü oluşu ve Osmanlı burjuvazisinin gerçek iktidarı monarşiye bırakmamakta kararlı oluşuydu. Tabii ki, Rusya'nın 1905 ile Osmanlı'nın 1908'i arasındaki en temel farklardan birisi, 1905 devrimi bizzat işçi grevleriyle başlamışken, 1908 isyanının ordu içerisinde ve subayların önderliğinde başladığı gerçeğidir. Öte yandan, tıpkı 1905 Rusya'sı gibi, 1908 Osmanlı'sında kitle grevi olarak nitelendirmemiz mümkün olan bir grev dalgası gerçekleşmiştir. Rusya'daki grev dalgası, Osmanlı İmparatorluğu'ndakinden daha uzun sürmüştür. Öte yandan ülkelerdeki greve katılım yüzdesi bakımından fark mevcut olsa da, sanılabileceğin şaşırtıcı derecede altındadır.[90] Bu minvalde, dönemde ne denli geniş olduğu sosyalist hareketçe çok az bilinen 1908 Osmanlı kitle grevi, hem Osmanlı işçi sınıfının ilk kitle grevi olarak hem dünya işçi sınıfının ilk kitle grevlerinden bir tanesi olarak, en az 1908'de Abdülhamit rejiminin devrilmesinin kendisi kadar büyük bir öneme sahiptir.

Dar sosyalistler 2 ile 5 Ağustos 1908 günleri arasında gerçekleştirdikleri kongrelerinde, Osmanlı İmparatorluğu'nda proleter devrimin gerçek bir ihtimal olduğunu ve sosyalizmin Osmanlı işçi sınıfının gerçekten özgürleşmesi için tek yol olduğunu açıkça belirtmişlerdi. Birkaç hafta içerisinde dar sosyalistlerin bile akıllarının ucundan geçmeyecek kitlesellikte başlayan grev dalgası, ne denli haklı olduklarını ortaya koyacaktı. Aslında grevler 30 Temmuz'da İstanbul'da tütün ve vapur işçileri arasında başlamıştı. 30 Temmuz 1908 ile 20 Aralık 1908 arasında, Osmanlı İmparatorluğu'nda bilindiği kadarıyla 119 tane grev gerçekleşecekti. Grevler Osmanlı İmparatorluğu'nun İstanbul, Selanik, İzmir, Beyrut, Midilli, Varna, Samsun, Üsküp, Manastır, Dedeağaç, Aydın, Afyon, Gevgeli, Kavala, Drama, Eskişehir, Ankara, Konya, Ereğli, Zonguldak, Manisa, Edirne, Mustafapaşa, Mitrovitza, Zibekçe, Şam, Rayak, Halep, Balıkesir, Diyarbakır, Hareke, Ksanti, Adana ve Kudüs gibi şehirlerinde gerçekleşti. Grevlere vapur tayfaları, tütün işçileri, rıhtım işçileri, dizgiciler, tramvay işçileri, halı fabrikası işçileri, kutu imalathanesi işçileri, hamallar, marangozlukişçileri, iplik ve boya işçileri, su şirketlerinde çalışan işçiler, çimento fabrikası işçiler, fırın işçileri, buz fabrikası işçileri, gündelikçiler, sabun fabrikası işçileri, tuğla fabrikası işçileri, bira fabrikası işçileri, un fabrikası işçileri, sigara fabrikası işçileri, tersane işçileri, postacılar, komiler, demiryolu işçileri, telgraf işçileri, bakkal, kasap, terzi ve berber dükkânlarında çalışan işçiler, garsonlar, madenciler, gaz işçileri, şeker işçileri, deri işçileri, fes fabrikası işçileri, belediye işçileri, zeytinyağı imalathanesi işçileri, mağaza işçileri, dikiş makinesi işçileri, depo işçileri, pamuk işçileri ve dokumacılar gibi Osmanlı proletaryasının neredeyse bütün kesimlerinden işçiler katıldı.

Grev dalgasına katılan işçilerin sayısı tam olarak bilinmemektedir. Gerçekleştiği bilinen 119 grevden ancak 31 tanesine tam olarak kaç kişi katıldığını biliyoruz ki bu sayı 42,752'ydi.[91] Öte yandan katılımcı sayısının tam olarak bilindiği grevler, en kitlesel ve güçlü olduğu aktarılan kimi grevler dâhil pek çok önemli grevi kapsamamaktadır. 1908 grev dalgasına katılmış işçilerin sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte, yirmi yılı aşkın bir süre önce yapılan araştırmalar Ağustos ve Eylül aylarında greve çıkan işçi sayısının 100,000'in üzerinde olabileceği sonucunu çıkartmaktaydı.[92] Bununla birlikte grev hareketi ile ilgili geçen sürede yapılmış çalışmalar daha önceden hakkında bilgi olmayan grevler yapıldığının ortaya çıkmasını sağlamıştır. 1910 yılına gelindiğinde ise, 1908 öncesi Osmanlı'da ciddi bir biçimde var olmayan sendikal örgütlenmelerin 125,000-150,000 arası işçiyi kapsadığı, bizzat dönemin işçi hareketinin içinde olan Avraam Benaroya tarafından aktarılmıştır.[93] Mantıki olarak, sendikal örgütlenmeler içerisinde bulunan işçilerin hepsi 1908 dalgasına katılmış olsa bile, sırf sendikaların ortaya çıkmadığı şehirlerde de ciddi grevler olmuş olduğu gerçeğinden yola çıkarak, grev dalgasına katılan işçi sayısının bu sayının üzerinde olduğu sonucuna varabiliriz ki 1910 işçi hareketinin gerilemeye ve bastırılmaya başladığı bir yıldır. Ne yazık ki hareketin bütün detaylarının bir incelemesini yaparak hareket üzerinden bütünlüklü dersler çıkartmamız bu çalışmada mümkün değil; zira bu başlı başına 1908 grevleriyle ilgili başka bir çalışmayı gerektirecek kadar kapsamlı bir konu. Dolayısıyla, grev dalgasının gidişatını belirleyen önde gelen noktalarına değinip, hareketin genel hissiyatını yansıtan kimi örnekler vermekle yetinmek durumundayız.

Genel hatlarıyla bakacak olursak, 1908 grevleri, işçi sınıfının kendiliğinden mücadelesinin bir ürünüydü; grevlerin hepsi işçilerin ücretleri ile yaşama ve çalışma koşullarına dair talepleri etrafında gerçekleşmişti. Öte yandan bu taleplerin yanı sıra, grev komitelerinin, kendiliğinden kurulmuş işçi örgütlerinin ve yeni yeni oluşmaya başlayan sendikaların tanınması ve farklı işyerleriyle ayrı ayrı masaya oturulmaması da talep edilmekteydi. Ayrıca grevlere uygulanan baskılara karşı dayanışma sloganları da yükseltilmekteydi. İşçiler arasında İttihatçılara ve Temmuz isyanının vaatlerine dair var olan yanılsamalar, İttihatçıların ve devlet güçlerinin engelleriyle karşılaştıkları pek çok durumda işçilerin geri adım atmalarına neden olmadı. 1908 grevlerinde merkezi rolü demiryolu, rıhtım ve tütün işçilerinin grevleri oynamaktaydı. Demiryolları pek çok önemli şehre uzanmıştı. Kıyıdaki önemli kentlerde de limanlar vardı ve bütün bu işyerlerinde çalışmakta olan işçilerin sayısı bir hayli fazlaydı. Demiryolları, ülkenin her yanında ray tamircilerinden lokomotif fabrikası işçilerine, istasyon işçilerinden makinistlere ve kondüktörlere, aynı şirkete bağlı olsalar da farklı işyerlerinde çalışan işçilere sahipti. Rıhtım işçilerinin grevleri, gemilere yükleyecek malları olan işyerlerine de hızla yayıldı ve başka grevlerin de tetikleyicisi oldu. Aynı zamanda demiryollarındaki verıhtımların, hem ithalatı ve ihracatı, hem de şehirlerarası seyahati durdurmak açısından çok ciddi bir güçleri de vardı ki bu güç sınıfın geri kalan kesimlerini de mücadeleye atılmaya sevk edecekti. Tütün ise, Osmanlı İmparatorluğu'nun en temel ihraç maddesi ve en büyük sanayisi olduğu için büyük bir öneme sahipti.[94]

30 Haziran'da İstanbul'da gerçekleşen tütün ve vapur işçilerinin grevi, Ağustos'un ilk yarısında yayılmaya başladı. Ağustos başında, İstanbul, İzmir ve Selanik gibi kentlerdeki rıhtım işçileri greve gitmişlerdi. İlerleyen haftalar içerisinde bu grevler, hem bu şehirlerdeki tramvay, matbaa, tütün ve dokuma sektörlerine ve başka fabrikalara hem de Beyrut, Varna, Manastır gibi kentlerdeki limanlara sıçramıştı. Ağustos ayında Samsun'da tütün işçilerinin de grevleri başladı. Samsun'daki işçiler, grev kırıcıların çalışmalarına izin vermemekle kalmıyor, aynı zamanda kendilerini bastırmak için gönderilen kolluk kuvvetlerine de karşı çıkıyorlardı. Ağustos'un 23'ünden sonra demiryolu işçileri grevlere kitlesel olarak katılmaya başladılar. Demiryollarındaki ilk grevler, 23 Ağustos'ta, Osmanlı'nın Avrupa'daki Şark demiryollarının Selanik-Zibekçe hattında ve İstanbul'daki Sirkeci lokomotif fabrikasında baş göstermiş ve yayılmaya başlamıştı. Polis İstanbul-Selanik hattında 31 Ağustos'ta başlaması planlanan grevi engellemek amacıyla tren istasyonlarını işgal etti fakat bu müdahale geri tepti. Aynı gün Üsküp'te de grev başladı ve Şark demiryollarının pek çok hattına hızla yayıldı. Osmanlı Avrupa'sında demiryolu işçilerinin greve çıktığı günlerde Anadolu demiryollarında da bir grev planlanmaktaydı. Grevin başlayacağı 26 Ağustos'ta Haydarpaşa İstasyonu polis tarafından kuşatıldı fakat beklenen grevin gerçekleşmekte olmadığı görünüyordu. Zira saldırıyı bekleyen Anadolu demiryolları işçileri o sırada Moda'da bir tiyatroda nasıl mücadele edebileceklerine dair bir toplantı yapmaktaydılar. İşçiler ülke çapında greve çıktıkları zaman, şirketin bütün çalışanlarını temsil eden bir grev komitesi kurmak için çalışıyorlardı. 30 Ağustos'ta İzmir civarındaki demiryolu işçileri de grevlere katıldı fakat devletin sert önlemleri ve tutuklamaları birkaç gün içinde bu grevin geçici olarak bastırılmasıyla sonuçlandı.[95]

Baskılara rağmen, Eylül ayında grev hareketine katılımlar artarak devam etti. 13 Eylül'de Kavala'da 12,000 tütün işçisi greve çıktı. Öte yandan bu işçiler greve yalnız çıkmamış, başta rıhtım işçileri olmak üzere bütün şehri peşlerinden bir genel greve çekmişti. Dükkânlar bile açılmadı. İşçiler meydanlarda kitlesel yürüyüşler yaptılar. Anadolu demiryolu hattı işçilerinin grevi ise bir gün sonra, ayın 14'ünde çok iyi örgütlenmiş ve azami katılımla başlayacaktı. Hükümetin uyarılarına rağmen greve başlayan işçiler, pek çok şehirde hem destek kazanmak hem de hükümete kararlılıklarını göstermek için bir hayli disiplinli eylemler düzenlediler. Buna rağmen 16 Eylül'de hükümet kimi taleplerini kabul ettiği bu işçi grevini sertçe bastırmayı başarabildi. Fakat Anadolu demiryollarındaki grev bastırılır bastırılmaz, 18 Eylül'de bu kez tüm Avrupa Şark demiryolları çalışanları greve gitti. Ancak Avrupa Şark demiryolları grevi de, 21 Eylül'de, Anadolu demiryolları grevi benzeri bir şekilde bastırıldı. Öte yandan Avrupa Şark demiryolları grevi biterken, Hicaz demiryollarında ve İzmir demiryollarında grevler başlıyordu. Beyrut'ta demiryolu işçilerinin grevi ile liman işçilerinin grevi tamamen ortak hareket ediyordu. Grev ancak %50'lik bir ücret artışı verilmesiyle bitirilebildi. İzmir'de 26 Eylül'de başlayan grev ise pek çok açıdan en sert geçen grev oldu. 30 Eylül'de grevcilerle grev kırıcılar arasında çıkan bir kavgayı bahane eden devlet güçleri, işçilerden bazılarını tutukladılar. 1 Ekim'de tutuklanan arkadaşlarını kurtarmak için toplanan işçilerle kolluk güçleri arasındaki çatışmada bir işçi katledildi, pek çoğu da yaralandı. Öteyandan bu durum, grevcilerin öfkesini daha da arttırdı; işçiler telgraf hatlarını kestiler, grev kırıcıları fabrikalara kilitlediler, patronların depolarını yakmaya başladılar. İttihatçıların patronlarla işçiler arasında aracı olma çabaları, işçilerce sertçe reddedildi. İzmir'deki askeri kuvvetler, ayaklanmış işçileri kontrol altına almayı başaramıyordu. İzmir'de ancak 7 Ekim'de, İstanbul'dan gönderilen birliklerin şehri bilfiil işgal etmesiyle düzen yeniden hüküm sürmeye başlayacaktı. Bu sırada Samsun'daki tütün işçileri grevinde, işçiler ile polisler ve yetkililer arasında silahlı çatışmalar çıktı. İzmir grevinin bastırılmasının ertesi günü, yani 8 Ekim'de grevleri yasaklayan Tatil-i Eşgal Kanun-u Muvakkati (Geçici Grev Kanunu) çıkartıldı. İzmir'in işçilerin elinden alınmasının ertesi günü çıkartılan bu kanun, yasakladığı sınıf mücadelelerinin önüne geçmeyi başaramayacaktı - ama dengelerin değiştiğini ortaya koyuyordu. Yangın sönmüştü.[96]

1908 grev dalgasında gerçekleşen grevlerin yarısı yalnızca iki şehirde gerçekleşmiştir: Selanik ve İstanbul. Grev hareketinin sektör açısından merkezleri tütün fabrikaları, demiryolları ve limanlar olduysa da, coğrafi olarak merkezleri Selanik ve İstanbul'du. Grevleri başlatan İstanbul işçi sınıfı olacaktı. İstanbul işçileri Ekim ayında yeni grev kanununu tanımadan yapılan garson grevleriyle sınıfın en kararlı kesimlerinden biri olarak göze çarpacaktı. Özellikle Eylül ayı içerisinde Selanik'te grevlerin etkilemediği neredeyse hiçbir iş kolu yoktu. Hayatın hemen hemen her alanı grevler tarafından etkilenmekteydi. Selanik'teki grevlerin kitleselliğine bir örnek olarak Eylül'de gerçekleşen garsonlar grevine değinebiliriz. Bu grev öylesine kitlesel, güçlü ve sağlamdı ki, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Selanik'e daha önceden davet etmiş olduğu Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan devletlerinin temsilcileri şehre geldiği zaman, şehirde onlara servis yapacak tek bir garson dahi yoktu! Utanç içindeki İttihat ve Terakki üyeleri, çareyi gelen temsilcilere bizzat servis yapmak üzere garson önlüklerini geçirmekte bulacaklardı.[97] Grev hareketi imparatorluktaki bütün farklı etnik kökenlerden işçileri ortak mücadelede birleştirecekti. Aynı zamanda rütbesiz askerler arasında da grevler bir hayli sempati uyandırmaktaydı. Yine Selanik'te gerçekleşen bir bira fabrikası işçileri grevinde, grev kırıcıları ve yöneticileri korumak üzere gönderilen askerler, işçilerin "Yaşasın asker!" sloganları ile karşılaşacaklardı. Bunun üzerine "Yaşasın hürriyet!" sloganları ile karşılık veren askerler, grevcilerle kucaklaştıktan sonra görevlerini yerine getirdiklerini düşünerek, grev kırıcıları veya yöneticileri korumak için hiçbir şey yapmadan fabrikayı terk edeceklerdi.[98]

Jön Türkler, kendi güçlerinden emin değillerdi. Osmanlı proletaryasının daha önce görülmemiş kitlesellikte kendiliğinden kalkışması ve asker tabanı içinde de hatırı sayılır bir destek sahibi olması, grev hareketinin başında, Jön Türkleri, hareketi açıkça karşısına almaktan çekinmeye, bir arabuluculuk rolüne girişmeye zorladı. Jön Türkler harekete karşı bin bir manevrayla ve ancak zamanla grevleri açıkça yasaklayabilecekleri bir noktaya geleceklerdi. Osmanlı işçi sınıfının önemli bir kısmı tecrübesizdi; mücadele, deneyiminden yoksundu, bu grevlerle ilk defa hak arama sahasına çıkmışlardı. Sınıfın deneyimli kesimleri ise grevler sırasında, yaşadıkları şehirleri (İstanbul, Selanik, İzmir, Kavala) peşlerinden sürükleyecek kadar güçlü olsalar da, bütün ülkedeki sınıf hareketine öncülük etmeyi başaramadılar. Uluslararası anlamda da hareket yalıtılmıştı; her şey bir yana, uluslararası işçihareketinin ciddi bir kısmı Osmanlı İmparatorluğu'nda böyle bir grev dalgası olabileceğine ihtimal dahi vermiyordu. Osmanlı'da 1914'e kadar işçi sınıfı ciddi ve büyük pek çok mücadeleye girişecekti ama bu mücadelelerden hiçbiri 1908'in kitleselliğini yakalayamayacaktı. 1908 grev hareketi yenildi, ancak uluslararası sosyalizmin onur ve gurur kaynağı olan yenilgiler zinciri arasında yerini aldı. Zira gerçekleşen ve bastırılan, Rosa Luxemburg'un iki sene önce tanımladığı kitle grevinin ta kendisiydi:

"Kitle grevi (...) öylesine değişken bir olgudur ki siyasi ve iktisadi mücadelenin bütün evrelerini, devrimin bütün aşamalarını ve unsurlarını yansıtır. Koşullara uyum sağlayabilmesi, etkinliği, kaynaklandığı unsurlar sürekli bir değişim halindedir. Çoktan dar bir geçide gelmiş görüntüsü verirken ve kimse kesin olarak akıbetinden emin olamazken bir anda yeni ve geniş devrim perspektifleri açıverir. Bir anda bütün bir ülkeyi kesen geniş bir nehir gibi akmaya başlar ve bir anda devasa bir akıntılar ağına dönüşüverir; bir anda taze bir baharmışçasına topraktan fışkırır fokurdayarak ve bir de bakmışsınız ki tamamen kayboluvermiştir yine toprağın altında. Siyasi ve iktisadi grevler, kitle grevleri ve kısmi grevler, gösteri grevleri ve çatışmalı grevler, sanayinin tekil kollarında veya tekil şehirlerde genel grevler, barışçıl ücret mücadeleleri ve sokak katliamları, barikatlarda çatışmalar... Bütün bunlar iç içe geçmiştir, birlikte sürer gider, biri biter biri başlar, biri diğerine dönüşür, birbirlerine akarlar. Kitle grevi, değişen bir olgular deniziymişçesine durmaksızın hareket halindedir."[99]

Kitle grevi, Osmanlı sosyalizmi için bir dönüm noktası teşkil edecekti. 1908'den önceki sosyalist hareket tartışan, çalışkan, kararlı, faal fakat marjinal bir hareketti. 1908, Osmanlı sosyalist hareketini yaygın, güçlü ve etkin bir kitle hareketine dönüştürecekti. Kitle grevi, Osmanlı sosyalizmini kara bir kışın ardından toprağı ıslatan yağmur gibi beslemişti. Osmanlı sosyalizmi çok yakında çiçek açmaya başlayacaktı. İmparatorluğun bütün önde gelen şehirlerinde hem sol hem de sağ sosyalist örgütlenmeler görülmedik bir hızda büyüyecek ve güçleneceklerdi. Sosyalist hareketin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki en kuvvetli kaleleri ve merkezleri ise, kitle grevinin kalbinin attığı iki şehir, yani Selanik ve İstanbul olacaktı.

Kitle grevlerine başından beri en faal biçimde müdahale eden eğilim, imparatorluğun batısındaki dar sosyalizm oldu. Dar sosyalistler, Osmanlı Avrupa'sının pek çok şehrindeki mücadelelere etkin bir biçimde katılarak bu mücadelelerde rol oynadılar. Nikola Rusev, Emerich Fiala, Dimitar Tokhev, Ivan Pockov, Nikola Kasabov gibi dar sosyalist militanlar Eylül ayının başında Selanik'te şehrin ve ülkenin ilk sendikal örgütlenmelerinden birini kurdular. Bu yapı, örgütlenir örgütlenmez iddialı bir açık konferanslar programı başlattı. Ardından Pavel Delidarev ve Angel Tomov gibi anarko-liberal eğilimden Bulgar militanlar ve onların Avraam Benaroya önderliğindeki Yahudi destekçileri de kendi örgütlerini oluşturdular. Kısa bir süre sonra, bu yeni sosyalist sendikal örgütlenmeler, Nikola Rusev'in liderliği altında birleşeceklerdi.[100] Yeni örgüt önce İşçiler Derneği adını aldı. Özellikle Selanik'in Yahudi işçileri, örgüte büyük ilgi göstermekteydi ki bu da Benaroya'yı hızla yükselen bir lider yapacaktı. 1909 senesinin 1 Mayıs'ında ve Haziran ayında İşçiler Derneği binlerce işçinin katılacağı eylemler düzenledi. Ağustos ayında İşçiler Derneği, Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu adını aldı. Aynı dönemde yeni Federasyon, bünyesine Makedonya İç Devrimci Örgütü'nün yasal parti oluşturmuş olan sol kanadı da katıldı. Federasyon içinburadan gelen katılımcılar arasından en önemlisi, Meclis-i Mebusan'da bulunan Dimitar Vlahov'un da örgüte böylelikle katılmış olmasıydı. Onun yanı sıra, örgüte Rasim Haşmet isimli bir öğretmenin başını çektiği küçük bir Müslüman işçi grubu ve küçük bir Rum grubu da katılacaktı. Federasyon, iddialı bir yayın çalışmasına girişti; dört dilde dört gazete çıkartılacaktı: Ladino dilinde Jornal do Laborador, Rumca Efimeris tu Ergatu, Bulgarca Rabotniçeski Vestnik ve Türkçe Amele Gazetesi.[101]

Bu noktada Federasyon ciddi bir güç olmuştu. Öte yandan kuruluş dönemi, pek çok açıdan Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu'nun doruk noktası da olacaktı. Zira dar sosyalist militanlar ile oportünistlerin aynı yapı içerisinde bulunuyor olması, daha en başından beri problemliydi ve yeni örgütü sarsıyordu. Selanik'te bulunan dar sosyalistler bu çalışmalara katılmakla birlikte, Makedonya ve Edirne Sosyal Demokrat İşçi Örgütü'ne üyeliklerini de sürdürmekteydiler ki örgüt 1909 başında Rabotniçeski Iskra (İşçi Kıvılcımı) isimli yeni bir yayın çıkartmaya başlamıştı. Federasyonun ittihatçıların listesinden meclise giren Vlahov ve genel olarak MİDÖ'nün sol kanadıyla çalışması, dar sosyalistlerin hiç hoşuna gitmiyordu. Dahası, Benaroya'nın Avusturya sosyalizminin federatif modelini benimsemiş olması, dar sosyalistlere göre işçiler arasındaki milliyetçi önyargıları canlı tutmaktaydı. Bölünme kaçınılmazdı. Federasyon, kuruluşundan yalnızca iki ay sonra, önderlerinin Ekim 1909'da, İspanyol anarşist Francisco Ferrer'in katledilmesine karşı yapılan protestolara burjuvazinin temsilcileri ve masonlarla birlikte katılması üzerinden bölünecekti. Bu durumu protesto eden dar sosyalistler, federasyonun Bulgar üyelerinin büyük çoğunu da yanlarında götürerek ayrılacak ve Selanik Sosyal Demokrat İşçi Örgütü'nü kuracaklardı. Sonraki süreçte ise Federasyon Türkçe ve Bulgarca yayınları kısa bir süre sonra durdurmak zorunda kalacaktı.[102] Öte yandan, Bulgarlar Federasyon'dan ayrılmış olsalar da, örgütün Yahudi kesimi içerisinde, Avraam Haason isimli bir terzinin başını çektiği bir sol kanat kalacaktı ki Haason ve yoldaşları hem masonlar ve burjuva temsilcileri ile çalışmaya karşı çıkacaklardı hem de genel olarak federatif ilkeyi reddedeceklerdi.[103] Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu, dar sosyalistlerin rakip örgütüne kıyasla çok daha güçlü bir örgüttü ve hem sendikal hem de siyasi bir yapı olma çabasındaydı. Osmanlı sosyalizminin sol kanadının sert eleştirilerine maruz kalan bu yapılanma gerek önderlerinin teorik kaynağı olan Avusturya sosyalizmi, gerekse pratik kökeni olan Bulgar anarko-liberal ve geniş sosyalist gelenekleri ile uluslararası sosyalizmin sağ kanadının bir parçasıydı. Öte yandan, ilerleyen süreçteki gelişmeler yapının hem Osmanlı'da, hem de uluslararası alanda sağ kanattan ziyade merkezde yer almasına yol açacaktı.

Dar sosyalistler, Selanik'teki işçi hareketi içerisinde bir azınlık olarak kalmışlardı. Öte yandan, bu şehir dışındaki yerlerde durum böyle olmaktan uzaktı. Sosyalist İşçi Federasyonu'nun etkisi Selanik'le sınırlıydı - buna karşılık dar sosyalistler ülke genelindeki pek çok önemli şehirde sosyalist hareketin ve işçi hareketinin başını çekmekteydiler. Manastır, İskeçe gibi şehirlerdeki işçi örgütleri, bizzat dar sosyalistler tarafından kurulmuştu ve bu eğilim örgütler içerisinde hâkim olmaya devam ediyordu. Manastır'daki işçi örgütlenmelerinin başını çeken bizzat Makedonya ve Edirne Sosyal Demokrat İşçi Örgütü'nün lideri Vasil Glavinov'du.[104] Öte yandan dar sosyalistlerin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki en önemli kalesi, İstanbul olacaktı. İstanbul'daki ilk sosyalist ve sendikalörgütlenmelerin başını çeken, Teodor Sivaçev adlı Bulgar matbaa işçisiydi. Sivaçev, aynı zamanda dar sosyalist akıma mensup bir militandı. 1909 başlarında İstanbul'un ilk sosyalist örgütü kurulmuştu ve bu örgüt şehrin ilk 1 Mayıs gösterilerini düzenlemişti.[105] İstanbul Sosyalist Merkezi adını almış olan bu örgüt, dar sosyalist çizgideydi. Örgütün kurucuları arasında Teodor Sivaçev'in yanı sıra Zaharias Vezestenis ve Stefanos Papadopoulos'un gibi dar sosyalist militanların başını çektiği kimi militanlar yer alıyordu. Onların yanı sıra, 1908'de İstanbul'a gelen Yessalem takma adlı Ermeni militan Karekin Kozikyan'ın başını çektiği diğer bazı militanlar da İstanbul Sosyalist Merkezi'nin kurucuları arasındaydılar.[106] İstanbul Sosyalist Merkezi Osmanlı dar sosyalist örgütünün organik bir parçasıydı.

Yeni örgüt, kısa bir süre içerisinde güçlü bir yayın çalışmasına girişecekti. Örgütün ilk yayını ise şaşırtıcı bir biçimde Türkçe bir yayın olacaktı. 1909'un Şubat ayının ortalarında çıkacak olan yayının adı İşçiler Gazetesi olup yayının sahibi yazar Şirvanizade Mahmud Tahir'di. Dönemin atmosferinden ve gerçekleşmiş kitle grevinden etkilenen bu kişi, İşçiler Gazetesi'nde Rum militanlarla birlikte çalışmaktaydı.[107] İstanbul Sosyalist Merkezi ile ilişkili olan Şirvanizade Mahmud Tahir 1910'da kurulacak Osmanlı Sosyalist Fırkası ile de ilişkiler kuracak ve kimi kaynaklara göre bu yapının katılımcıları arasında yer alacaktı.[108] İşçiler Gazetesi, İstanbul Sosyalist Merkezi'nin çizgisindeydi, bu örgütün bir yayınıydı. Yalın dili ve işçi sınıfının sorunlarına eğilen tonu ile İşçiler Gazetesi, Selanik Sosyalist İşçiler Federasyonu'nun Amele Gazetesi adlı Türkçe yayınına nazaran daha başarılı ve yaygın okunan bir yayın olacaktı.[109] İşçiler Gazetesi'nin çizgisi proletarya enternasyonalizmiydi:

"Karşılıklı dayanışmak ve ilişkiler geliştirmek amacıyla henüz yabancı ülkelerde yaşayan kardeşleriyle genel bir birlik oluşturamamış olan Osmanlı ülkesi işçileri, Avrupa'daki arkadaşlarına alenen beyan ederler ki kendileri daima kalben onlarla beraberdir. Yakın zamanda Osmanlı ülkesindeki işçiler gerek Avrupa'nın, gerek işçi ordusunun öncülerinden olacaklardır."[110]

İşçiler Gazetesi'nin yayınlanmaya başlamasından kısa bir süre sonra, Mart ayında Karekin Kozikyan, işçi sınıfının davasına inanmış büyük şair Ruben Sevak ve o sırada İstanbul'a gelmiş olan Arkomedes takma adlı Hınçak kurucusu Kevork Haraçyan gibi devrimciler ile birlikte, Nor Hossank (Yeni Akım) isimli haftalık sosyalist yayını kurdu.[111] Daha önce belirttiğimiz üzere İstanbul Sosyalist Merkezi adlı örgütün kurucuları arasında olan KarekinKozikyan, İstanbul'a gelince Hınçak Sosyal Demokrat Partisi içerisine de girmişti.[112] Kozikyan esasında İstanbul'a, Yerkri Tsayn gazetesinde beraber çalıştığı Tigran Zaven ile birlikte gelmişti ve başlarda Zaven'le eskiden olduğu gibi ortak hareket etmeye çalışmıştı.[113] Öte yandan 1908 isyanı ve anayasal düzenin ilanının oluşturduğu hava Tigran Zaven'i fazlasıyla etkilemiş, onun Jön Türk hareketine karşı uzlaşmaz enternasyonalist tavrını ciddi bir biçimde yumuşatmıştı. İstanbul'da Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu üyesi Dimitar Vlahov gibi milletvekilleriyle yakınlaşacak olan Tigran Zaven, bu çizgiyi temel hatlarıyla savunmaya başlayacaktı. Uzlaşmaz enternasyonalist ve sınıf mücadeleci tavrını koruyan Kozikyan ile Zaven'in yollarının ayrılması kaçınılmazdı. Kozikyan, Hınçak Sosyal Demokrat Partisi içerisinde İstanbul Sosyalist Merkezi'nin görüşlerini savunarak partinin sol kanadının tohumlarını atmaya başlamıştı. Fakat daha da önemlisi, Kozikyan'ın grubunun İstanbul Sosyalist Merkezi'ne katılımıyla, Osmanlı sosyalizminin doğu ve batı kolları ve bu kolların sol kanatları ilk defa örgütsel bir birlik kuracaklardı. Nor Hossank'ın ilk sayısında, Kozikyan Osmanlı İmparatorluğu'nda uzlaşmaz bir sınıf mücadelesi çağrısı yapıyordu:

"Türkiye'de ekonomik gelişmenin çok yavaş olmasına ve mekanize endüstrinin daha yeni başlamış olmasına karşın (...) Türkiye şimdiden kapitalist bir ülke olmak yolundadır. Sınıf mücadelesi başlamıştır bile (...) On binlerce işçi ülkenin fabrikalarında, atölyelerinde ve demiryollarında çalışıyor ve hiç kuşkusuz her zamankinden daha fazla sömürülüyor. Bunlar, Türkiye'nin Avrupa düzeyine erişmesini beklerken sessiz kalacaklar ve hiçbir tepki göstermeyecekler, öyle mi?"[114]

Nor Hossank'tan kısa bir süre sonra, Haziran ayında, İstanbul Sosyalist Merkezi'nin Yahudi üyeleri Ladino dilinde El Laborator (Emekçi) isimli haftalık yayını çıkartmaya; örgütün Rum üyeleri de Ergatis (Irgat) isimli haftalık gazeteyi yayınlamaya başlayacaklardı.[115] Bu yayınlar da, İşçiler Gazetesi ve Nor Hossank gibi enternasyonalist çizgideydiler:

"Bu gazete Osmanlı İmparatorluğu'ndaki sosyalistleri bir araya getirmek ve burada uluslararası bir sosyalist parti kurmak - ‘uluslararası bir parti' çünkü Osmanlı İmparatorluğu'nda başka türlü bir sosyalizm olanaksızdır - onun sözcüsü olmak için yayınlanıyor. Dolayısıyla bize katılmak isteyen hiçbir Türk'ü, Yahudi'yi veya Bulgar'ı, eğer sosyalistlerse dışarıda bırakmayacağız."[116]

Osmanlı sosyalizminin yeni birleşmiş sol kanadı 1909'da imparatorlukta konuşulan beş temel dilde, yani Rumca (Ergatis), Ermenice (Nor Hossank), Bulgarca (Rabotniçeski Iskra), Türkçe (İşçiler Gazetesi) ve Ladino (El Laborator) dillerinde yayın yapmaktaydı. Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu'nun aksine, sol kanadın kendi örgütleri binlerce üyeye sahip değildi; bunlar dar kadro örgütleriydi. Öte yandan buradan sol kanadın etkisiz ve önemsiz bir eğilim olduğu düşüncesine ulaşmak ciddi bir hata olur. Zira sol kanat, siyasi kadro örgütlenmelerinin yanı sıra sınıf sendikaları da kurmuştu. İstanbul'da, İstanbul Sosyalist Merkezi etrafında inşaedilen, sekiz sendikayı kapsayan ve kendisini devrimci enternasyonalist sınıf sendikaları olarak tanımlayan Rum, Türk, Ermeni, Yahudi ve Bulgar işçilerin ortak örgütü "Sendikalar Birliği"nin gücü, Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu'nun gücüne denkti ki sol kanadın pek çok şehirde böylesi örgütlenmeleri vardı. Sol akımın kitleler üzerindeki etkisi yadsınamayacak bir noktadaydı. Bu akım, imparatorlukta ittihatçılara uzlaşmaz bir biçimde karşı çıkan tek akımdı. Eğer Osmanlı sosyalizminin bir parçası sayabilirsek, açık bir biçimde onun sağ kanadını oluşturan Taşnaksutyun ittihatçılarla sıkı bir işbirliği halindeydi; Bulgar geniş sosyalist eğiliminin imparatorluk içindeki savunucuları da ittihatçılara alkış tutmakla meşgullerdi. Merkezde yer alan Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu veya Hınçak Sosyal Demokrat Partisi gibi örgütlenmeler, biraz daha mesafeli olsalar da yine de yeni rejimi kayıtsız şartsız desteklemekteydiler ve 13 Nisan'da Abdülhamit yanlısı güçlerin darbe girişimine karşı ittihatçıların örgütlediği Hareket Ordusu'na kitlesel olarak katılmışlardı. Öte yandan 1909'un sonlarına doğru, Abdülhamit'in geri gelmesi tehlikesine karşı ittihatçılar ellerini güçlendirmek amacıyla sosyalist harekete karşı bir baskı politikasına giriştiler. Bu politikalardan gerek Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu gerek Hınçak Sosyal Demokrat Partisi etkileneceklerdi; bu da sosyalistlerin birleşmesi meselesinin yavaş yavaş yeniden gündeme gelmesine neden olacaktı.

Bu arada 1910'un Şubat ayında, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki sosyalist yayınlar arasına (kapatılmasının ardından İnsaniyet, Medeniyet, Sosyalist ve benzeri isimlerle devam edecek olan) İştirak gazetesi de katılacak; bu yayın çevresinin kuracağı Osmanlı Sosyalist Fırkası ise, Eylül 1910'da imparatorluktaki sosyalist örgütler arasında yerini alacaktı. Bu örgütün özelliği, Müslüman tebaadan kişilerce kurulan ve onların çoğunlukta oldukları ilk örgütlenme olmasıydı. İştirak çevresinin ve Osmanlı Sosyalist Fırkası'nın başını çeken Hüseyin Hilmi adında bir maceracıydı. Hüseyin Hilmi Romanya'ya yaptığı bir gezide burada sosyalist eylemlere tanık olduktan sonra sosyalizmi benimsemişti. Hüseyin Hilmi'nin sosyalizm anlayışı uluslararası sosyalist hareketin genel hatlarıyla sağında yer alan, Jaures'in görüşlerine yakın, reformist ve oportünist bir anlayıştı. Hilmi'nin örgütünün Paris'te Refik Nevzat adlı, sosyalist olduğu kadar milliyetçi de olan bir aydınla ilişkileri vardı. Refik Nevzat'ın grubu bir süre sonra Osmanlı Sosyalist Fırkası'nın Paris şubesi olarak tanınacaktı. Bununla birlikte OSF çevresi ittihatçılara karşı "metelik vermeden", "gözünü budaktan sakınmayan" bir muhalefet yürütecekti.[117] Ayrıca Osmanlı Sosyalist Fırkası içerisinde devrimci ve enternasyonalist sosyalizmin görüşlerini savunan kimi militanlar da yer almaktaydı. Öte yandan, bu militanların Osmanlı Sosyalist Fırkası içerisinde bir sol kanat veya muhalefet teşkil ettiklerini söylemek mümkün değildir; zira OSF gerçek anlamda merkezileşmiş bir parti değildi, ismine rağmen her zaman bir çevre olarak kalacaktı. Dolayısıyla zaten ortada ortaklanılmış görüşler yoktu. OSF içerisindeki sol eğilimin en kuvvetli temsilcisi, bir hayli etkili bir düşünür olan materyalist ve enternasyonalist Baha Tevfik'ti ki kendisinin Hüseyin Hilmi'nin sosyalizmi benimsemesine de etkisi olmuştu. İştirak'ın üçüncü sayısında çıkan bir yazısında Baha Tevfik açıkça devrimci olduğunu ortaya koymaktaydı:

"Sosyalistler devrim taraftarları yahut devrimcidirler. Çünkü amaçlarını barışçıl yollarla kabul ettiremeyeceklerini; kutsallığından ve yüceliğinden şüphe etmedikleri amaçlarını barışçıl olarak gerçekleştiremeyeceklerini anlamışlardır (...) Bir devrimi yapanlar değil, müdahaleleriyle ona vücut verenlerdir. Sosyalistler devrim taraftarıdır. Bunun nedeni devrimi haklı ve yararlı görmeleridir."[118]

Enternasyonalist ve materyalist olan Baha Tevfik, aynı zamanda anarşizmi de savunan bir yaklaşım geliştirmişti:

"Anarşizm demek; bireyin üzerinde doğa yasalarından başka bir yasa bırakmamak, muazzam hayat kavgası düsturunu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarmak demektir. Ben bu yeniçağın içinde anarşizmi görüyorum. Kanımca kölelikten ücretli köleliğe ve ücretli kölelikten sosyalistliğe geçen insanlık en sonunda anarşizme ulaşacak ve orada bireyselliğin bütün bağımsızlığını, bütün azametini duyumsayacaktır."[119]

Osmanlı Sosyalist Fırkası'nda enternasyonalist görüşleri güçlü bir biçimde savunan isimlerden bir tanesi de Ruşen Zeki isimli bir gençtir. İştirak'ın ikinci sayısında Ruşen Zeki şöyle yazacaktı:

"Milliyet denilen bağlılık insanlık için bir felakettir. Çünkü onu aynı hayatta asırlarca süründürecektir."[120]

1910 yılı boyunca ittihatçı hükümet sosyalistlere karşı baskılarını büyük ölçüde arttırmış, aynı zamanda genel hatlarıyla da hayli baskıcı bir rejim halini almaya başlamıştı. Taşnaklar ittihatçılara bağlılıklarını sadakatle sürdürürlerken Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu ve 1909'da aldığı adla Sosyal Demokrat Hınçak Partisi gibi örgütlenmeler ittihatçılarla aralarına mesafe koyar olmuşlardı. Bu durum da Osmanlı sosyalizminin sol kanadıyla yeniden birlikte çalışma yapma, hatta belki örgütsel olarak bir araya gelme perspektifini ortaya çıkarttı. Dolayısıyla 1911'in Ocak ayının sonlarına doğru Selanik'te Osmanlı Sosyalist Örgütleri 1. Konferansı düzenlendi. Konferansa solun ve merkezin pek çok yerel örgütünün temsilcisi katılmıştı. Çıkan kararlar, Selanik Sosyalist Federasyonu'nun büyük ölçüde sol kanadın çizgisini kabullendiğini gösteriyordu. İttihatçıların milliyetçi ve militarist politikaları güçlü bir biçimde lanetlenmiş, Osmanlı proletaryasının çıkarları için ortak mücadele yürütmenin gerekliliği vurgulanmış ve bir Balkan federasyonu kurulması isteği ifade edilmişti. Konferans bir örgütsel bütünlük oluşturamayacağını da kabul etmekteydi fakat Osmanlı İmparatorluğu'nun İkinci Enternasyonal'de bütün sosyalist örgütleri birleştiren tek bir parti ile temsil edilmesi[121], böylesi bir birleşimin sağlanması temenni edilmişti.[122] Ayrıca konferansa temsilci olarak Stefanos Papadopulos'u gönderen İstanbul Sosyalist Merkezi, Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu'nun yeni yayını Solidaridad Obradera'nın İstanbul'da satışını kolaylaştırmak amacıyla kendi Ladino yayını El Laborator'un yayınını durduracaktı.[123] Bu ortaklaşmanın meyvelerinden ilki Selanik'teki 1 Mayıs gösterisiydi. 150,000 kişilik bir nüfusa sahip kentte eyleme tam 20,000 işçi katılacaktı.[124] Öte yandan bu ortak hareketlenme çok uzun ömürlü olamayacak, 1911 sonlarında yine dağılacaktı. İttihat ve Terakki Cemiyetine muhalif olan önemli Jön Türk liderlerinin Kasım 1911'de kurduğu liberal Hürriyet ve İtilaf Fırkası kısa zamanda ittihatçılara karşı güçlü bir burjuva muhalefet odağı haline gelmişti. Sosyal Demokrat Hınçak Partisi, Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu ve Hüseyin Hilmi'nin Osmanlı Sosyalist Fırkası gibi merkezci örgütler artan ittihatçı baskılar karşısında ve yaklaşan seçimlerden önce çareyi sınıfsal niteliği ittihatçılardan hiçbir şekilde farklı olmayan Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile işbirliğine gitmekte bulacaktı. Sol kanat ise, merkezciler arasındaki işbirlikçiliğine bakınca, çalan şarkının birkaç yıl öncekinin aynısı olduğunu düşünecekti ister istemez.

Savaşlar ve Soykırımlar: Osmanlı Sosyalizminin Ateşle İmtihanı

29 Eylül 1911’de İtalya Devleti’nin Osmanlı egemenliğindeki Libya topraklarını işgal etmesiyle Ekim 1912’ye kadar devam edecek İtalyan-Türk savaşı patlak verdi. Esasında İtalya yaz aylarından beri bu savaşa hazırlanmaktaydı. İtalya, geçmiş yüzyıllardaki paylaşım yarışında geri kalmış ülkelerdendi ve dünyanın büyük güçlerce paylaşılmış yerlerinin hızla tükendiği bu konjonktürde, İtalyan burjuvazisinin tereddütleri hızla erimişti. İttihatçıların yönetimindeki Osmanlı Devleti de, başta zayıf konumundan dolayı pek istekli olmadığı bu savaş için kollarını sıvamakta gecikmeyecekti. Türkiye’de bugün Trablusgarp Savaşı olarak anılan İtalyan-Türk savaşı, bu dönemde dünya genelinde gerçekleşen diğer savaşlarla 1. Dünya Savaşı’nın öncüllerinden olma özelliğini paylaşmaktadır. Savaşa dair İtalyan Sosyalist Partisi içerisinde büyük bir kavga patlak vermişti; partinin sağ kanadı hükümete açık desteğini ilan ederken, uzlaşmaz sol kanat savaşa karşı sert bir mücadele yürütmekteydi.[125] Osmanlı sosyalizmi için ise, çizgiler İtalyan sosyalizmi için olduğu kadar net değildi. Devrimci sosyalistler, şaşırtıcı olmayan bir biçimde savaşa karşı çıkacaklar, ittihatçılarla işbirliği içerisindeki sağ kanat unsurlar ise şaşırtıcı olmayan bir biçimde hükümeti destekleyeceklerdi. Öte yandan, bu iki kanadın arasındakilerin evrimi açısından İtalyan-Türk savaşı daha büyük bir önem teşkil etmekteydi. Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu, savaşı lanetlemekle birlikte, temel suçu İtalyanlarda görüyordu ve ittihatçıları onları kınadığı kadar kınamıyordu. Bununla birlikte İtalyan Sosyalist Partisi içindeki ayrışma, İkinci Enternasyonal’deki Osmanlı örgütleri federasyonunun belki de ilk kez bir olayda uluslararası sosyalist hareketin sol kanadından yana tavır takınması sonucunu doğuracaktı. Bu savaş sayesinde federasyon yön değiştirmişti. Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’ne bağlı Öğrenci Birliği’nin tutumu da ittihatçılara sorumluluk yüklememesi bakımından Sosyalist İşçi Federasyonu’nun tutumuna benziyordu ama savaşın genel olarak düzenin bir sonucu olduğu çıkarımıyla bir adım daha öteye gitmekteydi:

“İtalyan-Türk savaşı hâlâ devam ediyor. Tek sebebi, İtalyan kapitalizminin saldırı siyasetidir (…) Biz sosyalist öğrenciler, insanlığın gelişmesi ve ilerlemesi açısından son derece zararlı olan bu savaşın bugünkü toplumun kapitalist düzeninin bir sonucu olduğunu ve bu düzen ortadan kalkıp sosyalizm gerçekleştirilmedikçe yok olmayacağı inancındayız (…) Amacımız savaşa ve İtalyan saldırısına karşı derin öfkemizi dile getirmek ve hep birlikte haykırmak: Kahrolsun savaş! Kahrolsun İtalya’nın kapitalist saldırısı! Yaşasın sosyalizm!”[126]

Savaş devam ederken Şubat 1912’de Osmanlı Meclis-i Mebusan seçimleri gerçekleşti. Bu seçimler, bize kapitalizmin çöküş evresinin şafağında parlamentarizmin mahiyetine dair pek çok çıkarımda bulunma olanağı vermektedir. 1912 seçimleri Osmanlı tarihine “sopalı seçimler” olarak geçmiştir. Devlet seçimlerini, devletin sopasıyla kazanan devlet partisi, devletin zaferi… Sopalı seçimler, yeni yüzyıl ve sonrasının bütün seçimlerinin, parlamentarizminin, demokrasilerinin ve meclislerinin geleceğinin bir aynasıydı. İttihat ve Terakki Cemiyeti, gerek muhalefet temsilcilerinin kafalarında patlattığı sopalarla, gerek seçim sandıkları başında ellerinde sopayla bekleyen üyeleriyle 20. ve 21. yüzyıl boyunca açık veya örtük bir biçimde uygulanacak olan burjuva demokrasisinin acı bir karikatürünü çiziyordu. Öte yandan Osmanlı sosyalizminin, parlamenter ihtirasları olan Dimitar Vlahov gibi kimi isimleri buruk bir biçimde yenilgiyi kabul ede dursunlar, ittihatçılara muhalefet bayrağı açmış burjuva kanadı Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın teslim olmaya hiç niyeti yoktu. 1912’nin Mayıs ayında, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın Osmanlı ordusu içerisindeki destekçileri Halaskar Zabitan (Kurtarıcı Subaylar) adı altında örgütlendiler. Halaskar Zabitan aynı yılın Haziran ayında, Temmuz 1908 benzeri bir biçimde Makedonya dağlarına çıktı; hükümet düştü, Hürriyet ve İtilaf Fırkası iktidara geldi. Osmanlı sosyalizminin merkezci eğilimi bu anı da Temmuz 1908 gibi bir zafer anı olarak değerlendirdi. Gerçekten de son dönemde iyice artan ittihatçı baskıların ardından iktidarı yeni almış ve daha konumunu sağlamlaştıramamış Hürriyet ve İtilaf Fırkası siyasal örgütler için başlarda daha rahat koşullar sağladı. Ancak kısa bir süre sonra sol kanadın yine haklı olduğu ortaya çıkacaktı. İşçi sınıfı için yeni patronlar, eskilerini aratmamaya başlamışlardı. Grevler, işçi mücadeleleri ve sosyalistler yine bastırılmaktaydı; İttihat ve Terakki gibi Hürriyet ve İtilaf’ın da sosyalistlere istediklerini yapma özgürlüğü vermeye hiç niyeti yoktu.[127]

1912’nin Ekim ayında, daha İtalya-Türk savaşı bitmeden Balkanlarda yeni bir savaş başladı. Eğer İtalyan-Türk savaşı, yaklaşan 1. Dünya Savaşı’nın bir öncülüyse, tarihe 1. Balkan Savaşı olarak geçecek bu savaş da, büyük savaşın bir provasıydı. 340,000 Osmanlı askeri vurularak veya hastalıklardan dolayı öldü, yaralandı veya esir düştü. Osmanlı’nın karşısındaki Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’ın da 145,000 askeri ölmüş veya yaralanmıştı. Savaş Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisiyle sonuçlanacaktı ve başa yeni geçmiş olan Hürriyet ve İtilaf iktidarının da sonunu getirecekti. Art arda alınan hezimetlerin de etkisiyle, önde gelen bir ittihatçı grubu 23 Ocak 1913 tarihinde, hükümet binası olan Bab-ı Ali’yi bastı. Bu darbe, günümüzde dahi isimleri ve canilikleri unutulmamış üç paşanın, İsmail Enver, Mehmet Talat ve Ahmet Cemal’in iktidarının başlangıcı olacaktı. Londra Antlaşması’yla 30 Mayıs 1913’te 1. Balkan Savaşı sona erdi. Osmanlı İmparatorluğu için bilanço ağırdı: Edirne dâhil Avrupa’daki neredeyse bütün topraklar yitirilmişti. Ekim 1912’de fiili olarak kaybedilen Selanik’in artık imparatorluğun bir parçası olmadığı kesinleşmişti. Hürriyet ve İtilaf’ın savaştaki başarısızlığına karşı aşırı milliyetçi bir söylev geliştirmiş olan ittihatçılar da durumu kurtaramamışlardı. Balkan savaşlarının ilkinin bitiminden yalnızca iki hafta sonra ikincisi baş gösterdi. Bu sefer Hıristiyan Balkan devletleri birbirlerine girmişlerdi. İlk savaşta başı çeken Bulgaristan’ın karşısında Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ve ayrıca eğlenceden yeteri kadar mahrum kaldığını düşünen Romanya vardı. İttihatçı hükümetin de dışarıda kalmaya niyeti yoktu. Bulgaristan’a karşı öteki devletlerin yanında savaşa giren Osmanlı, savaşın sonunda Edirne’yi tekrar almayı başaracaktı. İkinci Balkan Savaşı, ilkine kıyasla çok daha kısa sürdü. Savaş, başlamasından yaklaşık bir ay sonra, 18 Temmuz’da Bükreş Anlaşması’yla sona erdi. Balkanlar’da barış sessizliği hüküm sürüyordu artık. Öte yandan, çok kısa bir süre içerisinde ortaya çıkacaktı ki bu barış, insanlığın o güne dek görmediği ölçüde büyük bir savaşa gebeydi.

Balkan savaşları, Osmanlı sosyalizminin bütün dengelerini altüst etmişti. En fazla etkilenen de, başından beri kendisini bir Osmanlı örgütü olarak gören ve İkinci Enternasyonal’in Selanik alt şubesi kabul edilen Sosyalist İşçi Federasyonu olacaktı. 1913’ten sonra, Selanik bir Osmanlı şehri olmaktan çıkınca Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu da ister istemez bir Osmanlı örgütü olmaktan çıkmıştı. O artık tıpkı temsil ettiği şehir gibi Yunanistan’a aitti. Genel bağlamda Osmanlı’nın parçalanması karşıtı bir tutum geliştirmiş olan federasyon, durumdan pek memnun olmasa da sonuçta Yunanistan işçi ve sosyalist hareketinin içine girdi. Öte yandan, Balkan Savaşları, Selanik örgütünün tutumunu İtalyan-Türk savaşının çektiğinden de daha sola çekmişti. Balkan Savaşları esnasında federasyon Selanik’te savaşa karşı kitlesel gösteriler düzenledi, din ve milliyet farklılıklarını açıkça lanetledi.[128] Bütün bu deneyimler, Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nun yaklaşmakta olan 1. Dünya Savaşı’nda enternasyonalist bir tutum almasına ve daha sonra Yunanistan’da oluşacak komünist örgütlenmelere katılımına neden olacaktı.[129]

Öte yandan Balkan Savaşları’nın sosyalist hareket üzerindeki etkisi, yalnızca Selanik İşçi Federasyonu ile sınırlı değildi. Sol kanadın örgütleri de Selanik’in ve Selanik İşçi Federasyonu’nun Osmanlı dışında kalmasından fazlasıyla etkileneceklerdi. Daha öncesinde sol kanat her ne kadar Selanik İşçi Federasyonu’nun oportünizmini ve çeşitli burjuva güçlerle işbirliği yapmasını eleştirmiş olsa da, iki örgütün bir geçmişi ve bir hukuku vardı ve Sosyal Demokrat Hınçak Partisi, Ermeni Devrimci Federasyonu ve Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın aksine her iki örgüt de uluslararası nitelik taşımaktaydı. Selanik’in Osmanlı sınırlarının dışında kalmasıyla, devrimci sosyalistler yalnız kalmışlardı. Bununla birlikte İstanbul Sosyalist Merkezi’nin başını çektiği Osmanlı devrimci sosyalistleri, daha İtalyan-Türk savaşı başlamadan, çizgileri etrafındaki sendikal örgütlerle birlikte Türkiye Sosyalist Fırkası adını aldılar ve İtalyan-Türk savaşını cüretkâr bir biçimde protesto ettiler.[130] Balkan savaşları Osmanlı’daki devrimci sosyalist örgütleri, Bulgar dar sosyalizminden de fiili olarak ayırmıştı. Bunun siyasi bir yansıması seçimler konusunda kendisini göstermekteydi. 1912 sonrasında Osmanlı devrimci sosyalistleri, seçimlere giren dar sosyalistlerin aksine, Meclis-i Mebusan’daki sosyalistlerin işbirlikçi tutumu karşısında anti-parlamenter bir tavır benimsemişlerdi.[131] Osmanlı sosyalizminin sol kanadı, uluslararası sosyalist hareket içerisinde başka bir eğilimin yansıması değil, ayrı bir eğilim haline gelmişti. Devrimci sosyalistlerin savaşa karşı tutumu da imparatorluktaki diğer sosyalist örgütlere kıyasla bir hayli radikaldi. 1914’te, 1.Dünya Savaşı’nın başlamasından kısa bir süre önce İstanbul örgütünün enternasyonal proletaryaya hitaben yazdığı bir bildirgede bu tutum açıkça görülmekteydi:

“Bütün dünya sömürülenlerinin protesto haykırışlarının bir kere daha birleştiği bu tarihi günde, biz de, kapitalist toplumu, emeğin sömürülmesini, emekçilerin ezilmelerini, büyük toplumsal haksızlığı sizlerle beraber protesto ediyoruz.

"Sınıf çıkarlarımızın ve her birimize düşen görevin bilincinde olarak insanın insan tarafından sömürüsüne ve sefalet düzenine son verebilecek tek şey olan büyük toplumsal devrimin gerçekleşmesine katkımızı ve bağlılığımızı kardeşçe tekrar dile getiriyoruz. (…)

"Ne yazık önleyemediğimiz Balkan Savaşı denilen savaş, etkilerini Doğu emekçi sınıfının daha uzun süre üzerinden atamayacağı, halkın ve proleterlerin henüz yeni uyanışlarını geciktirecek sonuçlar doğurmuştur.

"Bu savaş, bugün açlık içinde kıvranan şehir ve kır işçi ailelerinin binlercesini öksüz bıraktı, bu zalim toplumun insafına terk etti.

"Bu savaş, şehirleri ve köyleri yerle bir etti ve beraberinde bütün halkı kırıp geçiren sefalet ve açlığı getirdi.

"Bu savaş, Doğu ulusları arasında kin ve bağnazlığı yeniden canlandırdı, yöneticiler ve sermayedarlar çıkarına milliyetçi zihniyeti güçlendirdi.

"Bu savaş, devlet hazinesini tamtakır bıraktı; şimdi de o paraları bizlere, kölelerine ödetiyorlar.

"Bu savaş şimdiye kadar görülmemiş bir siyasi zorbalık getirdi.

"Şehirlerimizin sokakları, yersiz yurtsuz, aç yaşlılar, kadın ve çocuklarla dolu. Rumeli’yi istila edenlerin savaş sırasında bütün mallarına mülklerine el koydukları göçmenler kafileler halinde bize sığınıyor, Trakya’ya ve Anadolu’ya yerleşiyorlar. Bu kez de Anadolu’da bağnazlık ve din ayrılıklarına bağlı kinlerin körüklediği yeni olaylar patlak veriyor ve yerli ahali ters yöne göç etmek zorunda kalıyor.

"Hükümet, mahvolmuş halkın sırtına, tabii sürekli anayasaya uygun etiketi altında, rezil bir baskı yönetimi yerleştirdi: Devamlı sıkıyönetim, örgütlere, toplantılara ve basına karşı şiddet tedbirleri…

"1 Mayıs 1914 günü yürüyüş yapamadık, bu keyfi yönetimi protesto ediyor ve sizlerle birlikte bir kez daha haykırıyoruz: ‘Kahrolsun burjuvazi! Yaşasın özgürlük! Yaşasın toplumsal devrim!’”[132]

Osmanlı sosyalizmi, özellikle Osmanlı sosyalizminin devrimci kanadı, İtalyan-Türk savaşını da, iki balkan savaşını da açıktan açığa kınamış, lanetlemiş ve işçi sınıfının desteği sayesinde varlığını sürdürmeyi başarmıştı. Sosyalizm, özellikle de sosyalizmin sol kanadı, hem Osmanlı sınırlarındaki topraklar için, hem de bütün dünya için savunulabilecek en güzel geleceği savunuyordu. Rum, Ermeni, Bulgar, Yahudi, Türk ve benzeri bütün etnik kökenlerden işçilerin enternasyonalist örgütleri, Osmanlı sınırları içerisindeki tüm işçilerin hep beraber sosyalist bir dünya yaratacakları bir toplumsal devrimin gerçekleşeceğine tamamen inanmaktaydı. Mücadeleleri, göreceklerini umdukları gelecek kadar temizdi ve mücadelenin gelişim sürecinde zaman zaman ortaya çıkan hataları onurlu hatalardı. Öte yandan kapıda uluslararası sosyalizm ve dünya işçi sınıfı için büyük bir felaket vardı. Osmanlı sosyalizmi ve işçi sınıfı için ise kapıda bekleyen felaket çok daha katmerliydi.

28 Haziran 1914 tarihinde, Gavrilo Princip adındaki Bosnalı bir Sırp milliyetçisi, Avusturya veliahdı Arşidük Franz Ferdinand’ı vurdu ve dünya değişti. Şüphesiz savaşın nedeni Sırp bir gencin bir arşidükü öldürmesinden çok daha derinlere gidiyordu; suikast yalnızca bir bahaneden ibaretti. Ağustos başlarına gelindiğinde, Avrupa’nın dört büyükleri olan İngiltere, Almanya, Fransa ve Rusya savaşa girmişlerdi. Bilindiği üzere savaş başladığı zaman Osmanlı İmparatorluğu üç paşalar iktidarı altındaydı. Harbiye Nazırı (Savaş Bakanı) Enver, Dâhiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Talat ve Bahriye Nazırı (Donanma Bakanı) Cemal üçlüsünün fiili diktatörlüğü altında, Osmanlı devletinin savaşa gireceğine ülkenin bütün hâkimleri kesin gözüyle bakıyorlardı. Cemal’in başını çektiği kesim İngiltere ve Fransa gibi güçlerle ittifak ararken, Enver ve Talat Almanya’yla birlikte savaşa girilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Cemal ve arkadaşlarının İtilaf kuvvetleriyle bir arada hareket etme çabasının başarısız kalması Enver ve Talat’ın istediği doğrultuda bir gelişime yol açtı. 2 Ağustos’ta Almanya ile gizli ittifak anlaşması imzalandı. 30 Ekim’de, birkaç gün önce Rus gemileriyle Karadeniz’de gerçekleşen çatışmaların ardından Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya birbirlerine savaş ilan ettiler. Osmanlı böylelikle 1. Dünya Savaşı’na katılmış oluyordu.

Öte yandan, Osmanlı işçi sınıfının karşı karşıya olduğu tek felaket savaş değildi: Devlet-i Aliye-i Osmaniye, nüfuzu için, insanları ellerine silah verip ölmeye veya sınıf kardeşlerini katletmeye göndermekten daha fazlasını planlıyordu. 1913’te gerçekleşen Bab-ı Ali baskınının ardından Osmanlı devlet burjuvazisi kendi içerisindeki husumeti, belirli bir kanadın büyük ölçüde mutlak iktidarını oluşturmasıyla geçici olarak da olsa çözmüş durumdaydı. İttihat ve Terakki galipti, Hürriyet ve İtilaf mağluptu. İttihat ve Terakki öylesine galipti ki Hürriyet ve İtilaf, iktidarda olduğu süre boyunca ittihatçıların kendilerine yönelik eylemlerinin basit bir benzerini dahi yapabilecek güce sahip değildi. Devlet burjuvazisi kendi evini düzene sokmuştu; ittihatçılar hanenin tek efendisi olmuşlardı. Öte yandan ittihatçıların iktidarı mutlak olsa da, zaferleri mutlak değildi. İşçi sınıfının efendisi olamamışlardı; çünkü yenilmiş de olsa sınıf hareketi hâlâ canlıydı, hâlâ grevler oluyordu. 1908 grevlerinin anısı da henüz tazeydi. Osmanlı işçi sınıfının en ileri, en militan, burjuvazi için en tehlikeli unsurları gayri Müslim kesim içerisinden çıkmıştı. Öte yandan ittihatçıların efendisi olamadıkları bir başka güç daha bulunuyordu: Gayri Müslim burjuvazi. O da sanayi, ticaret ve finans sermayesi üzerinde egemenliğini ve ayrıca bağımsız bir güç olarak da mevcudiyetini korumaktaydı. Gayri Müslim sermayenin artık en ciddi siyasi temsilcisi olan Taşnaklar, ittihatçıların, yaklaşan savaşta anavatanı savunmaları yönünde yaptıkları talebi kabul etmişlerdi fakat Rusya’daki örgütlerinin Osmanlı lehine ve Rusya aleyhine faaliyet göstermesi yönündeki dayatmayı reddetmişlerdi.

Tarihin öyle bir noktasıydı ki bu, değişen, yalnız düzen içi güçlerin dengeleri değil, düzenin kendisinin niteliği, biçimi ve işleyişiydi. 19. yüzyılın herhangi bir kesitinde burjuvazi, etnik ve dini farklılıklarına rağmen kendi içerisindeki herhangi bir sıkıntıyı 20. yüzyıl standartlarından farklı olarak çok da fazla kan dökmeden çözebilirdi. Ancak 19. yüzyıl kapitalizminin koşullarında böylesine önemli bir aktör haline gelmiş bir devlet burjuvazisi olabileceğini düşünmek zordur. Bir üretim biçimi olarak dünyaya yayılmak 19. yüzyılda ve öncesinde kapitalizmi sağlıklı bir bünye kılmıştı. Kapitalist üretim biçiminin dünya geneline yayılımıyla o sağlıklı, gürbüz delikanlı yaşlı ve hasta bir adama dönüştü. Avrupa’nın hasta adamı diye anılan Osmanlı İmparatorluğu bu dönüşümü fazlasıyla yansıtmaktaydı. Bu yıllarda Osmanlı’da devlet burjuvazisinin ve burjuva devletin oynadığı işlevin büyüklüğü, yeni yüzyılda bütün devletler için aşağı yukarı geçerli hâle gelecekti. Osmanlı devlet burjuvazisi her şeyi, herkesi kontrol etmek istiyordu. Bunu yapmaksızın kendisini rahat ve güvende hissedemezdi. Yirminci yüzyıl başında devlet kendisini güvende hissedebilmek için yeni bir ideolojiye ihtiyaç duymuş ve bu ideolojiyi Türk milliyetçiliğinde bulmuştu. Eğer devlet haricinde bir özel sermaye, bir sanayi, ticaret ve finans burjuvazisi olacaksa, Osmanlı Devleti bu burjuvazinin kendisine her açıdan ve her konuda mutlak bir bağlılık göstereceğinden emin olmak zorundaydı. Aksi takdirde rahat bir uyku yüzü görmekten aciz kalacaktı. Çözüm ancak sermayenin kanla ve ölümle Türkleştirilmesi olabilirdi.

Devlet-i Ali Osman, Gayri Müslim’den korkuyordu, hem de ölümüne korkuyordu. Gayri Müslim işçiden, bütün Osmanlı işçi sınıfına önderlik ettiği için korkuyordu. Osmanlı ekonomisinin ana damarlarını elinde tutan gayri Müslim burjuvaziden, devletten bağımsız bir güç olduğu için korkuyor, kendisini onun karşısında zayıf hissediyordu. Osmanlı Devleti, tamamı kendisinden büyük ve güçlü devletlerle masaya oturmuş bir devlet olmanın da ezikliğini taşıyordu. Avrupa devletleri arasında bir en zayıf halka vardıysa, bu, Osmanlı idi. Bir devlet delirebilir miydi? Dışta her biri tek başına Osmanlı’yı bozguna uğratabilecek devletlerle müzakere etmek, içte ölümüne korktuğu güçlerle birlikte yaşamak zorunda kalmak belki de Osmanlı devletini dünya üzerinde deliren ilk devlet yaptı. Osmanlı Devleti’nin işçi sınıfına karşı hissettiği, yerinde bir korkuydu. Aynı korkuyu bütün dünya devletleri de kendi sınırları içerisindeki işçi sınıfına karşı duyuyordu. Kısa bir süre sonra dünya burjuvazisinin işçi sınıfa karşı duyduğu korkunun ne denli haklı olduğu, 1917’de zafere ulaşan Ekim Devrimi ve sonraki yıllarda dünyayı kasıp kavuran proleter devrimci dalga ile ortaya çıkacaktı. Öte yandan Osmanlı Devleti’nin gayri Müslim burjuvaziden duyduğu korku tamamen akıl dışıydı; Devlet-i Aliye-i Osmaniye ne kadar bitikse, gayri Müslim burjuvazi de o kadar bitikti. Osmanlı Devleti gayri Müslim burjuvaziden akıl dışı bir biçimde ne kadar korkuyorsa, gayri Müslim burjuvazi de Osmanlı Devleti’ne akıl dışı bir biçimde bir o kadar güveniyordu. En büyük Ermeni partisi olan Taşnak Partisi, 1915’te İstanbul’da önde gelen Ermeni siyasilerin tehcirleri başlayana kadar, hararetle bütün Ermenilerin katlini planlamakta olan Osmanlı Devleti’ni büyük bir sadakatle desteklemeye devam edecekti. Taşnaklara yakınlığı ile bilinen ve en önde gelen Ermeni milletvekillerinden Krikor Zohrab’ın tutuklanıp İstanbul’dan gönderildiği 24 Nisan gecesinin gündüzünde Beyoğlu’ndaki ittihatçılar kulübünde Ermeni soykırımının en büyük mimarlarından Talat Paşa ile tavla oynadığı söylenir. Bu söylenti doğru olmasa dahi önde gelen Ermeni siyasilerinin yaklaşımının ne minvalde olduğunu göstermektedir.

Oysa Meşrutiyet’in ilanından kısa bir süre sonra, Osmanlı’da başta Ermenilere karşı olmak üzere gayri Müslim’e yönelik faaliyetler başlamıştı. 1909’da Adana’da Meşrutiyet’e karşı ayaklanan kalabalık bir güruhun, Meşrutiyet’i istedikleri gerekçesiyle Ermenilere saldırısı pek çok ittihatçı tarafından açıktan açığa desteklemişti ki, kimilerinin olaylara karışmış olması ihtimali de bulunmaktaydı. 1914’te Rum erkekleri Amele Taburları oluşturmak üzere askere alınmaya başlanmıştı. Bu taburlar günde on sekiz saat çalıştırılmaktaydılar. Amele Taburları, kısa bir süre sonra Osmanlı Devleti’nin ve 20. yüzyılın özellikle ilk yarısında pek çok büyük devletin kuracağı çalışma kamplarının bir öncülüydü. Amele Taburları’nın amacı, hedefteki etnik nüfusu ölümüne çalıştırmak ve çalıştırarak öldürmekti. Öte yandan 1915’te gayri Müslimlere saldırılar yeni bir boyut kazanacaktı. Şubat 1915’te Ermeniler de Amele Taburları’na alınmaya başlandı. 20 Nisan 1915’te Van valisi Cevdet Bey’in şehri gayri Müslim’in erkek nüfusundan arındırmak için 4,000 kişinin silah altına alınması emrine Ermenilerin uymaması üzerine Van’da Ermeniler ile Osmanlı ordusu arasında çatışmalar çıktı. Mayıs başına kadar Van bölgesinde 55,000 Ermeni katledilmişti. Kanlı Pazar olarak anılan 24 Nisan gecesi önde gelen Ermeniler İstanbul’dan gönderilmeye başlandı. Mayıs’tan itibaren ülke genelinde Ermeniler kitlesel olarak tehcire, ölüm yürüyüşlerine zorlandılar, katliamlara uğratıldılar, toplama kamplarında ölümlü işkencelere maruz bırakıldılar. Saldırı altında olan yalnızca Ermeniler de değildi; Kasım 1916’da Karadeniz Rumları da benzer saldırılarla karşı karşıya kaldılar. Tirebolu'dan Samsun'a uzanan bölgede yaşayan kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı bütün Rumlar, yanlarına hiçbir şey almalarına izin verilmeden yola çıkartılarak bir ölüm yürüyüşüne zorlandılar. Bu ölüm yürüyüşü sonucunda 350,000 Rum hayatını kaybetti. Savaşın sonuna gelindiğinde yaşamını yitiren Ermenilerin sayısı 1.500.000’i buluyordu. 20. yüzyıl kapitalist düzen için bir soykırımlar yüzyılı olacaktı. Yüzyılın ilk soykırımını gerçekleştirmek Osmanlı Devleti’ne nasip olmuştu.[133] Osmanlı Devleti’nin ardılı olan TC devleti ve ittihatçıların devamı olan Kemalist hareket aynı politikaları, aynı korkulardan dolayı ve aynı amaçları güderek sürdürmeye devam edecekti. Öte yandan bugüne dek Türk devlet burjuvazisi, ne kadar kan dökmüş, ne kadar ölüm saçmış olsa da, deliliğinin kendisini mahrum bıraktığı rahat uykuya bir türlü kavuşamayacaktı.

Osmanlı sosyalizmi, özellikle devrimci sosyalistler, İtalyan-Türk savaşı ve Balkan savaşları sınavlarından geçmeyi başarmışlardı, ancak 1914’te başlayan savaş ve sonrasında gerçekleşen soykırımlar Osmanlı sosyalizminin belini kırdı. İşçi hareketi, 1914 öncesindeki savaşlarda sosyalist hareketin varlığını sürdürmesini mümkün kılacak kadar güçlüydü. Ancak, nasıl Osmanlı Devleti Avrupa devletleri arasındaki en zayıf halka idiyse, Osmanlı işçi sınıfı da Avrupa’nın en genç ve en deneyimsiz işçi sınıfıydı ve Osmanlı sosyalizmi de doğal olarak uluslararası sosyalizmin en yeni ve dağınık sosyalist akımlarından biriydi. Dahası soykırımlar bizzat Osmanlı’daki sosyalist militanların çoğunluğunu oluşturan gayri Müslim kesimi hedef almaktaydı. Müslüman işçiler arasında, her ne kadar gayri Müslim işçilerle sınıf mücadeleleri sırasında dayanışma geleneği gelişmeye başlamış olsa da, bu işçiler, böylesine büyük ve örgütlü bir soykırım pratiğine karşı kurbanlarla ciddi bir fark yaratacak kadar, yani kitlesel bir biçimde dayanışacak kadar bilinçli değillerdi. Gayri Müslim işçiler de böylesi bir dayanışmayı uyandırabilecek kadar etkin değillerdi. Sosyalistlerin ise ancak devrimci azınlığı, enternasyonalizmin ilkelerine sonuna kadar ve ne olursa olsun bağlı kalacak irade, netlik ve kararlılığa sahipti ki onlar da örgütlerinin fiili varoluşunu koruyacak güce dahi sahip değillerdi.

1914’e gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde sosyalist kabul edilebilecek iki tane örgüt kalmıştı. Bunlardan ilki Sosyal Demokrat Hınçak Partisi, diğeri ise dar sosyalist gelenekten devrimci sosyalist örgütlenmeydi. İttihatçılarla yıllarca işbirliği yaptıktan sonra Taşnakların sosyalistlikle uzaktan yakından alakası kalmamıştı ki, zaten parti 1914 öncesindeki son yıllarını Meclis-i Mebusan’da demokratik reformlar elde etmeye çalışarak geçirmişti. Hüseyin Hilmi’nin Osmanlı Sosyalist Fırkası, ittihatçılar 1913’te muhalefete karşı baskı politikalarına başlar başlamaz sürgün cezalarıyla kolaylıkla etkisiz kılınmıştı. Müslüman kesim içinden çıkan sosyalist eğilimlerden bir diğeri olan Dr. Hasan Rıza’nın etrafında İkinci Enternasyonal’le iletişime geçen bir diğer çevre partileşmeyi dahi başaramamıştı. 1914’te Avrupa’nın en çok sosyalist örgütü olan ülkesinde kala kala iki tane sosyalist örgüt kalmıştı. Bütün etnik kökenlerden militanların ortak bir örgütünü oluşturmuş olan devrimci sosyalistler arasındaki Ermeniler ayrıca Sosyal Demokrat Hınçak Partisi içerisinde de faaliyet yürütüyorlardı. 1914’te savaş patlak verdiği zaman hem devrimci sosyalistler hem de Sosyal Demokrat Hınçak Partisi savaşa karşı bir tutum aldı. 24 Temmuz 1914’te toplanan Hınçak kongresi şu kararı alacaktı:

“Dünya tarihinde benzeri görülmemiş, gayet önemli ve ciddi bir aşama geçirmekteyiz. Bir süredir bütün medeniyet âlemi Dünya Savaşı’nın boğucu baskıları altında çırpınmaktadır. Bugünkü olay, geçmişteki sakat hareket ve düşüncelerin feci ve korkunç bir darbesinden başka bir şey değildir (…) Bütün bu karamsar ve uygunsuz duruma rağmen memnuniyetle ilan ediyoruz ki evrensel olan devrim döneminde meydana gelen bu yeni olaylar gericiliğin getirdiklerinden olup, yeni dönemde ayakta kalamayacak ve insanlık yok edici ve gerici etkilerden kurtularak hummalı bir hamleyle sosyal kurtuluşumuzu kucaklayacaktır.”[134]

Sosyal Demokrat Hınçak Partisi 1913’ten beri Osmanlı Devleti’ne karşı illegal faaliyete geçmenin bir zorunluluk olduğu görüşünü savunuyordu. Osmanlı savaşa girdiğinde Sosyal Demokrat Hınçak Partisi egemenlere karşı faaliyetlerine hız verdi. Buna karşın partinin bu noktadaki faaliyetleri, Rusya’da bulunan ve Rus silahlı kuvvetleri altında gönüllü birlikleri kuran ve çoğunu Kafkas Taşnaklarının oluşturduğu Gönüllü Birlikleri’nden bağımsız yürümekteydi. 14 Haziran 1915’te 20 Sosyal Demokrat Hınçak Partisi militanı devlet ve savaş karşıtı faaliyetlerinden dolayı evlerinden toplatıldı ve ertesi gün, 15 Haziran 1915’de bu yirmi militan Beyazıt meydanında asılarak katledildi. Asılan sosyalist militanlardan Paramaz takma isimli Mateos Sarkisyan, idam sehpasında şu sözleri haykıracaktı:

“Siz yalnız bizim vücudumuzu ortadan kaldırabilirsiniz, bizim ideallerimizi asla. Bu ideallerimiz yakın gelecekte gerçekleşecek ve bütün dünya bunu görecek. İdeallerimiz sosyalizmdir.”[135]

15 Haziran’da katledilen 20 devrimci militan, Osmanlı sosyalizminin ilk şehitleri olacaktı. Bugün mücadeleleri milliyetçi Türk solu tarafından görmezden gelinen ve dünya genelinde ancak mevcut Ermeni milliyetçi yapıları tarafından bilinen ve sahiplenilen bu militanlar, son nefeslerinde sosyalist bir gelecek umudunu haykırmışlardı. Bu yüzden onların anısı hâlâ uluslararası proletaryaya aittir ve hep öyle kalacaktır. Öte yandan 1915’te özellikle Ermenilere karşı soykırım etkinliklerinin nüksetmesi ve 20 militanın Osmanlı Devleti tarafından katledilmesi, Hınçak Partisi içerisindeki dengeleri de değiştirecekti. Programının barındırdığı sosyalizm ideali ve Ermeni ulusal kurtuluşu fikrinin çelişkisi etrafında tarihi boyunca bir o yana bir öbür yana sallanmış ve sonuçta bu yüzden merkezci bir yapıya dönüşmüş olan Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’ne yeni koşullar bir karar anı dayatmıştı. 1914’te, parti içinde genel olarak savaşa karşı duranlar ve temel derdi Osmanlı Devleti ile olanlar arasında büyük bir husumet gerektirecek bir durum yoktu. Ancak Ermenilere uygulanan katliamların artması aralarındaki ayrımı giderek keskinleştirdi. Artık temel derdi Osmanlı Devleti ile olanlar Taşnaklar gibi Rusya yanlısı Ermeni Gönüllü Birlikleri’ne katılmayı savunmaya başlamışlardı. Gerçekleşmekte olan olaylar ve bu olaylar karşısında işçi sınıfının tepkisizliği parti içerisinde ibreyi bu görüşten yana döndürdü. Kısa bir süre içerisinde parti içerisinde Rusya’yı destekleme karşıtı olanlar hain ilan edilmeye başlanacaktı. Rus yanlılarının başını çekenlerden Stepan Sabah-Gulyan şöyle yazıyordu:

“Ermeni gönüllü teşkilatı hakkındaki girişimlerimizi takdir edip yaygınlaştıracakları, gelişme ortamını hazırlayacakları ve çalışmaları hızlandıracakları yerde, şimdi bazı taraflar tenkide gelmez, çocukça görüşlerle bu teşkilatın kapatılmasını, buna artık son verilmesini tavsiye ediyorlar. Hayır! Bu bir cinayettir. Ermeni gönüllü teşkilatını durdurmayacağız, buna son vermeyeceğiz, hayır, tam aksine sonuna kadar şiddetlendirip arttıracağız. Her tarafta biz öncü olarak en önde bulunacağız. Sonuna kadar, düşmanın kahrolmasına, imha edilmesine değin, pazılarımızla, göğüslerimizle, Rus Kazaklarının yanında yer alacağız (…) Gönüllüler meselesi hakkında eleştirilerde bulunan hain diller sussunlar, fesat eller ortalığı karıştırmasınlar! (…) Bugün en birinci düşmanımız Türklerdir. Gizli veya açık olarak gönüllü teşkilatı aleyhinde bulunanlar, bu kuvveti sınırlamaya çalışanlar iç düşman sayılırlar.”[136]

Sosyal Demokrat Hınçak Partisi böylelikle İkinci Enternasyonal’in savaşı destekleyerek işçi sınıfına ve enternasyonalist ilkelere ihanet eden partilerinden biri olacaktı. Sabah-Gulyan’ın sözünü ettiği iç düşmanlar, şüphesiz, parti içerisinde bulunan ve savaş karşıtı söylemin başını çeken devrimci sosyalist örgütün mensuplarıydı. Öte yandan savaş ve soykırım ilerledikçe içerisinde muhalefet yapılabilecek bir siyasi yapı olarak bir Hınçak Partisi de pek kalmayacaktı. Savaşa eklemlenmeyi seçmiş bir örgütlenme içinde muhalefet yapmak çok da mümkün değildi. Savaşa eklemlenmeyen Hınçaklarsa illegal bir siyasi faaliyet gösterebilecek bir örgütlenmeden bu yüzden mahrum kalmış ve pasifizme mahkûm edilmişti. Dahası böylesi bir muhalefeti yürütebilecek kimse de kalmayacaktı. Önde gelen Ermeni enternasyonalistlerinden şair Ruben Sevak 24 Nisan 1915’ta tutuklananlar arasındaydı ve Ağustos ayında katledilecekti. Arkomedes takma adıyla bilinen Kevork Haraçyan ise Kafkasya’ya geri dönecekti. Öte yandan Ermeni devrimci sosyalistleri arasında ölümü hareket için en büyük etkiyi yaratacak olan, Yesalem takma adlı Karekin Kozikyan’dı. Kozikyan 1915’te öğretmenlik yapmak için gittiği Trabzon’da katillerin eline geçmemek için eşiyle birlikte dereye atlayarak can vermişti. İstanbul’daki matbaacı grevlerinin başını çekenlerden bir militan işçi ve enternasyonalizme sıkı sıkıya bağlı bir devrimci sosyalist olan Kozikyan’ın bu trajik ölümü yalnızca Ermeni sosyalist hareketi için değil, bütün Osmanlı işçi sınıfı için acı bir kayıp olacaktı.[137]

Koşullardan muzdarip olan yalnızca Ermeni sosyalistleri değildi. Savaş uluslararası bir niteliğe sahip olan devrimci sosyalist teşkilatı da yok etti. Devrimci sosyalist grubun ve onun etkisindeki Sendikalar Birliği’nin büroları kapatıldı. Devrimci sosyalistlerin etkisi altında olan gayri Müslimlerden birçoğu çareyi kaçmakta buldu; kaçamayıp askere alınanlar ise korkunç koşullar altında yaşamaya mahkûm edildiler ve pek çoğu yaşamını kaybetti. Grubun etkisi altındaki Müslüman işçiler de askere alınmış ve askere alınanların büyük bir bölümü evlerine geri dönememişti.[138] Savaş ve soykırım felaketi, Osmanlı sosyalizminin de felaketi olmuştu. Buna rağmen devrimci sosyalistler güçlerine göre etkileri sınırlı olsa da sonuna kadar enternasyonalist ilkeleri savundular ve emperyalist savaşa karşı savaştılar.[139] Savaş bittiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nda ne bir işçi örgütü ne de etkin bir devrimci yapı mevcuttu. Öte yandan, hiçbir şeyin tarihin gidişatına dokunmadan silinip gitmeyeceği kısa bir süre içinde bir kez daha ortaya çıkacaktı. Ne Osmanlı İmparatorluğu kalmıştı, ne Sendikalar Birliği ne İstanbul Sosyalist Merkezi ne de Türkiye Sosyalist Fırkası… Kozikyan ve Sivaçev ölmüşlerdi, Glavinov Sofya’da, Haraçyan Kafkasya’da, Papadopoulos ise Yunanistan’da yaşıyorlardı artık, Vezesthenis ise çareyi Amerika’ya kaçmakta bulmuştu. Öte yandan bu sayıca az ama ilkeli ve kararlı militanların yaktıkları kıvılcım, İstanbul burjuvazisini yakacak bir yangına dönüşmüş olmasa da ciddi bir şekilde yayılmıştı. Enternasyonalist sosyalizmi benimseyen işçilerden büyük bir kısmi savaştan dolayı ölmüş, başka ülkelere gitmiş veya en azından mücadeleden kopmuş olabilirlerdi ama o ateşin hala yanmakta olduğu da çok geçmeden ortaya çıkacaktı. Türkiye’nin ve İstanbul’un ilk komünistleri bu ateşin geleneğinden gelenler olacaktı.

Gerdûn

1 "Osmanlı Devletinde Toplumsal Mücadeleler." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1783

2 "Osmanlı Devletinde Toplumsal Mücadeleler." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1784

3 "Osmanlı Devletinde Toplumsal Mücadeleler." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1785

4 "Tanzimat ve Batılılaşma." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1796

5 "Tanzimat ve Batılılaşma." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1797, 1798, 1800

6 "Tanzimat ve Batılılaşma." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1797, 1798, 1802-1805

7 Kırpık, Cevdet. "Osmanlı Devleti'nde İşçiler ve İşçi Hareketleri (1876-1914)". Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2004. Isparta. s. 251-252

8 Turabian, Hagop. "The Armenian Social-Democratic Hentchakist Party Part 1". Ararat No. 34. Nisan 1916. Londra. http://www.hunchak.org.au/aboutus/historical_turabian.html

9 http://en.wikipedia.org/wiki/Social_Democrat_Hunchakian_Party

10 http://en.wikipedia.org/wiki/Ruben_Khan-Azat

11 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" derleyen Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. s. 185

12 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 186

13 Nalbandian, Louise. "The Hunchakian Revolutionary Party 1887-1896" http://www.hunchak.org.au/aboutus/historical_nalbandian.html

14 Ter-Minasian, Anahide. "Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)". İletişim. 1992. İstanbul. s. 22

15 Nalbandian, Louise. "The Armenian Revolutionary Movement 1890-1896". University of California Press. 1975. Los Angeles. s.153-154

16 Nalbandian, Louise. "The Armenian Revolutionary Movement 1890-1896". s.163-164

17 Nalbandian, Louise. "The Hunchakian Revolutionary Party 1887-1896" http://www.hunchak.org.au/aboutus/historical_nalbandian.html

18 http://en.wikipedia.org/wiki/Vasil_Glavinov

19 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 42

20 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm

21 ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 43

22 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 44

23 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 44

24 Mishkova, Diana. "We, the people: politics of national peculiarity in Southeastern Europe". Central European University Press, 2009. p. 122

25 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 46

26 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 47

27 "Tanzimat ve Batılılaşma." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1816

28 Küpeli, Yusuf. "Türkiye proletaryasının tarih sahnesine çıkışı, Mütareke yıllarına dek örgütlenme ve mücadele deneyimleri, İştirakçi Hilmi, Mustafa Suphi, İttehat ve Terakki ve diğerleri üzerine kısa notlar". http://www.sinbad.nu/tcprolet.htm

30 Nalbandian, Louise. "The Hunchakian Revolutionary Party 1887-1896"

31 Ter-Minasian, Anahide. “Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)”. İletişim. 1992. İstanbul. s. 24-25

32 Nalbandian, Louise. "The Hunchakian Revolutionary Party 1887-1896"

33 Ter-Minasian, Anahide. “Le mouvement révolutionnaire arménien, 1890-1903” Cahiers du monde russe et soviétique. Vol. 14 N°4. pp. 536-607. 1973. p. 581, 595-597, 599 Aşot Hümeryan için ayrıca Ter-Minasian, Anahide. “Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)”. İletişim. 1992. İstanbul. s. 48

34 Ter-Minasian, Anahide. “Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)”. İletişim. 1992. İstanbul. s. 47

35 Ter-Minasian, Anahide. “Le mouvement révolutionnaire arménien, 1890-1903” Cahiers du monde russe et soviétique. Vol. 14 N°4. pp. 536-607. 1973. p. 597

36 http://marxistsfr.org/archive/lenin/works/1903/feb/01b.htm

37 http://marxistsfr.org/archive/lenin/works/1903/feb/01b.htm

38 Ter-Minasian, Anahide. “Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)”. İletişim. 1992. İstanbul. s. 49

39 Ter-Minasian, Anahide. “Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)”. İletişim. 1992. İstanbul. s. 59

40 Ter-Minasian, Anahide. “1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü”. “Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik” Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 234

41 Ter-Minasian, Anahide. “Le mouvement révolutionnaire arménien, 1890-1903” Cahiers du monde russe et soviétique. Vol. 14 N°4. pp. 536-607. 1973. p. 599

42 Ter-Minasian, Anahide. “Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)”. İletişim. 1992. İstanbul. s. 53

43Ter-Minasian, Anahide. “Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)”. İletişim. 1992. İstanbul. s. 62-63

44 Taşnaklar bile sola kaymışlardı. Taşnak Partisi 1907 kongresinde sosyalizmi belirlediğini ilan ederek Kafkasya sosyal demokratlarının bütün itirazlarına karşın İkinci Enternasyonal’e başvurup kabul edilecekti. Bkz. Ter-Minasian, Anahide. “Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)”. İletişim. 1992. İstanbul. s. 72-73

45 Ter-Minasian, Anahide. “Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)”. İletişim. 1992. İstanbul. s. 63

46 Turabian, Hagop. “The Armenian Social-Democratic Hentchakist Party Part 1”. Ararat No. 34. Nisan 1916. Londra. http://www.hunchak.org.au/aboutus/historical_turabian.html

47 Ter-Minasian, Anahide. “Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)”. İletişim. 1992. İstanbul. s. 54-55

48 Adanır, Fikret. “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği”. “Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik” Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 45

49 Adanır, Fikret. “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği”. “Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik” Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 54

50 Adanır, Fikret. “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği”. “Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik” Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 53

51 Adanır, Fikret. “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği”. “Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik” Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 54
52 Karasandık, Özlem. "Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Ermeni Hınçak Cemiyeti'nin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Siyasi Faaliyetleri (1887-1908)". Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2005. Mersin. s. 93

53 Uzun, Cem. "Osmanlı Muhalefet Partileri". http://www.antikapitalist.net/makale/turkiye/84_ksdden_osmanli-muh-isyan...

54 "Tanzimat ve Batılılaşma." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1820

55 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 212-213

56 Rakovsky, Christian. "The Turkish Revolution". Le Socialisme, Paris No.37, 1 Ağustos 1908. http://www.marxists.org/archive/rakovsky/1908/08/01.htm

57 Ter-Minasian, Anahide. "Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)". İletişim. 1992. İstanbul. s. 53

58 Ter-Minasian, Anahide. "Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)". İletişim. 1992. İstanbul. s. 28-29

59 Ter-Minasian, Anahide. "Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)". İletişim. 1992. İstanbul. s. 72

60 Ter-Minasian, Anahide. "Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)". İletişim. 1992. İstanbul. s. 74

61 Ter-Minasian, Anahide. "Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm (1887-1912)". İletişim. 1992. İstanbul. s. 72

62 "Tanzimat ve Batılılaşma." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1813

63 "Tanzimat ve Batılılaşma." Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1814

64 MİDÖ'nün kendi sol kanadı ve (Geniş)BSDİP yanlılarını kapsayan bu gruba 1905'te (Dar)BSDİP'den ayrılan ve "Anarko-Liberal" olarak anılacak olan kesimin Makedonya'daki takipçileri de katılacaklardı.

65 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 57

66 Yalımov, İbrahim. "1876-1923 Döneminde Türkiye'de Bulgar Azınlığı ve Sosyalist Hareketin Gelişmesi". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 143

67 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 208

68 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 209

69 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 209-210

70 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 208

71 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 210

72 "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 19-20
73 http://www.antikapitalist.net/makale/turkiye/83_ksdden_1908-devrimi.htm



74 Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 213

75 Rakovsky, Christian. "The Turkish Revolution". Le Socialisme, Paris No.37, 1 Ağustos 1908. http://www.marxists.org/archive/rakovsky/1908/08/01.htm

76 Yalımov, İbrahim. "1876-1923 Döneminde Türkiye'de Bulgar Azınlığı ve Sosyalist Hareketin Gelişmesi". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 135

77 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 59

78 Yalımov, İbrahim. "1876-1923 Döneminde Türkiye'de Bulgar Azınlığı ve Sosyalist Hareketin Gelişmesi". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 137-138

79 Lenin, Vladimir Ilich. "Events in the Balkans and in Persia". Proletary No. 37, Ekim 16 (29), 1908. http://marxistsfr.org/archive/lenin/works/1908/oct/16.htm

80 Trotsky, Leon. "La révolution en Turquie et les tâches du prolétariat". Pravda n° 2, 17 Aralık 1908 http://www.marxists.org/francais/trotsky/oeuvres/1908/12/081217.htm

81 Troçki, Leon. "Young Turks". Kievskaya Mysl, sayı 3, 3 Ocak 1909. http://www.marxists.org/archive/trotsky/1909/01/1909-turks.htm

82 Luxemburg, Rosa. "The Junius Pamphlet". Bölüm IV. 1915 http://www.marxists.org/archive/luxemburg/1915/junius/ch04.htm

83 http://www.antikapitalist.net/makale/turkiye/83_ksdden_1908-devrimi.htm

84 Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 65

85 http://en.wikipedia.org/wiki/Hampartsoum_Boyadjian

86 "Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri". Haz. Mehmet Kaynar. Der Yayınevi. İstanbul. 2001. s. 57

87 http://www.izmirizmir.net/bilesenler/koseyazilari/yazdir.php?yazi_no=1097

88 "Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri". Haz. Mehmet Kaynar. Der Yayınevi. İstanbul. 2001. s. 57

89 http://www.izmirizmir.net/bilesenler/koseyazilari/yazdir.php?yazi_no=1097

90. Nüfus ve grevci sayılarını karşılaştırmamız üzere elde ettiğimiz veriler Rusya'daki 1905 grevlerine nüfusun yaklaşık %1,5'inin, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki 1908 grevlerine ise nüfusun yaklaşık %0,75'inin katılmış olduğunu gösteriyorlar.

91. Kırpık, Cevdet. "Osmanlı Devleti'nde İşçiler ve İşçi Hareketleri (1876-1914)". Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 2004. Isparta. s. 256-263

92. "Meşrutiyet, Emperyalizm ve İşçi Hareketi". Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1836

93. "Meşrutiyet, Emperyalizm ve İşçi Hareketi". Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988. s. 1840

94. Dinçer, Sinan. "The Revolution of 1908 and the Working class in Turkey". Boğaziçi University. Political Sciences and International Relations. 2006. İstanbul s. 28

95. Dinçer, Sinan. "The Revolution of 1908 and the Working class in Turkey". Boğaziçi University. Political Sciences and International Relations. 2006. İstanbul s. 29-30, 33, 42-43

96. Dinçer, Sinan. "The Revolution of 1908 and the Working class in Turkey". Boğaziçi University. Political Sciences and International Relations. 2006. İstanbul s. 31, 36-37, 40-41, 43-45

97. Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 66-67

98. Adanır, Fikret. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ulusal Sorun ve Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: Makedonya Örneği". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 68

99. Luxemburg, Rosa. "The Mass Strike". 4. Bölüm 1906. http://www.marxists.org/archive/luxemburg/1906/mass-strike/index.htm

100. Dumont, Paul. "Yahudi, Sosyalist ve Osmanlı Bir Örgüt: Selanik İşçi Federasyonu". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 90

101. Dumont, Paul. "Yahudi, Sosyalist ve Osmanlı Bir Örgüt: Selanik İşçi Federasyonu". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 91-93

102. Dumont, Paul. "Yahudi, Sosyalist ve Osmanlı Bir Örgüt: Selanik İşçi Federasyonu". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 94-95

103. Benaroya, Abraham. "A Note on the ‘Socialist Federation of Saloniki'". Jewish Social Studies XI. 1949. s. 70

104. Yalımov, İbrahim. "1876-1923 Döneminde Türkiye'de Bulgar Azınlığı ve Sosyalist Hareketin Gelişmesi". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 141

105. Ginzberg, Roland. "Beynelmilel İşçiler İttihadı A". "Beynelmilel İşçiler İttihadı (Mütareke İstanbulu'nda Rum Ağırlıklı Bir İşçi Örgütü ve TKP ile İlişkileri)". Derleyen: Erden Akbulut ve Mete Tunçay. Sosyal Tarih Yayınları. 2009. İstanbul. s. 44

106. Harris, George. "The Origins of Communism in Turkey". Hoover Institute Publications. Standford University Press. Standford. 1967 s. 21

107. Gazel, Ahmet Ali ve Şaban Ortak. "İkinci Meşrutiyet'ten 1927 Yılına Kadar Yayın İmtiyazı Alan Gazete ve Mecmualar (1908-1927)". http://e-dergi.atauni.edu.tr/index.php/SBED/article/viewFile/318/313 s. 243

108. Topçuoğlu, Hayriye. "Bektaşi Ahmet Rıfkı: Hayatı ve Eserleri". http://www.hbektasveli.gazi.edu.tr/dergi_dosyalar/19-87-142.pdf s. 7

109. Harris, George. "The Origins of Communism in Turkey". Hoover Institute Publications. Standford University Press. Standford. 1967 s. 20-21

110. Ökçün, Gündüz. "Tatil-i Eşgal Kanunu, 1909: Belgeler - Yorumlar." Ankara Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesi Yayınları No 503. Ankara. 1982 s. 38

111. Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 233-234

112. Ter-Minasian, Anahide. "Le mouvement révolutionnaire arménien, 1890-1903" Cahiers du monde russe et soviétique. Vol. 14 N°4. pp. 596

113. Papazyan, Vahan. "Anılarım". Cilt II. Bölüm 15.

114. Ter-Minasian, Anahide. "1876-1923 Döneminde Osmanlı Toplumunda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğun Rolü". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 235

115. Ginzberg, Roland. "Beynelmilel İşçiler İttihadı A". "Beynelmilel İşçiler İttihadı (Mütareke İstanbulu'nda Rum Ağırlıklı Bir İşçi Örgütü ve TKP ile İlişkileri)". Derleyen: Erden Akbulut ve Mete Tunçay. Sosyal Tarih Yayınları. 2009. İstanbul. s. 45

116. Kechriotis, Vangelis. "Greek-Orthodox, Ottoman Greeks or Just Greeks? Theories of Coexistance in the Aftermath of the Young Turk Revolution". http://www.arts.yorku.ca/hist/tgallant/documents/kechriotisottomangreeki... p. 69

117. "Meşrutiyet, Emperyalizm ve İşçi Hareketi". Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 1988 s. 1841

118. Tunçay, Mete. "Türkiye'de Sol Akımlar I (1908-1925)". Bilgi Yayınevi. İstanbul. 1978 s. 43

119. http://hasat.org/forum/Baha_Tevfik-k11110s1.html

120. Zeki, Ruşen. "Sosyalizmin Terakkiyatı ve İstikbali", İştirak, No: 2, 21 Haziran 1328

121. Osmanlı'daki sosyalist örgütlerin her birinin İkinci Enternasyonal ile ilişkileri vardı ve Jaures ile ilişkiler geliştiren Osmanlı Sosyalist Fırkası hariç hepsi şu veya bu şekilde İkinci Enternasyonal'de üye olarak temsil edilmekteydi, fakat İkinci Enternasyonal'in resmi bir Osmanlı İmparatorluğu şubesi hiçbir zaman olmadı. Sosyal Demokrat Hınçak Partisi 1903-1904 yıllarından beri Enternasyonal'in üyesiydi ve bir Kafkas partisi olarak, Plekhanov tarafından temsil edilmekteydi. Osmanlı dar sosyalistleri ve sol kanat, (Dar)BSDİP'nin bir parçası olarak Enternasyonal'in üyesiydi ve Bulgar dar sosyalistlerince temsil edilmekteydi. Taşnaklar 1907'de Enternasyonal'e Osmanlı Ermenistanı alt-şubesi olarak, Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu ise 1909'da Selanik alt-şubesi olarak katılmışlardı.

122. Haupt, George ve Paul Dumont. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Sosyalist Hareketler". Gözlem Yayınları. İstanbul. 1977 s. 225-227

123. Ginzberg, Roland. "Beynelmilel İşçiler İttihadı A". "Beynelmilel İşçiler İttihadı (Mütareke İstanbulu'nda Rum Ağırlıklı Bir İşçi Örgütü ve TKP ile İlişkileri)". Derleyen: Erden Akbulut ve Mete Tunçay. Sosyal Tarih Yayınları. 2009. İstanbul. s. 45

124. Dumont, Paul. "Yahudi, Sosyalist ve Osmanlı Bir Örgüt: Selanik İşçi Federasyonu". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004.

125. Enternasyonal Komünist Akım. "The Italian Communist Left". 1992. p. 15

126. Haupt, George ve Paul Dumont. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Sosyalist Hareketler". Gözlem Yayınları. İstanbul. 1977 s. 142

127. Dumont, Paul. "Yahudi, Sosyalist ve Osmanlı Bir Örgüt: Selanik İşçi Federasyonu". "Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik" Derleyen: Mete Tunçay ve Erik Jan Zürcher. İletişim. 2004. İstanbul. s. 106-107

128. Haupt, George ve Paul Dumont. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Sosyalist Hareketler". Gözlem Yayınları. İstanbul. 1977 s. 175

129. http://en.wikipedia.org/wiki/Socialist_Workers%27_Federation

130. Ginzberg, Roland. "Beynelmilel İşçiler İttihadı A". "Beynelmilel İşçiler İttihadı (Mütareke İstanbulu'nda Rum Ağırlıklı Bir İşçi Örgütü ve TKP ile İlişkileri)". Derleyen: Erden Akbulut ve Mete Tunçay. Sosyal Tarih Yayınları. 2009. İstanbul. s. 46

131. Ginzberg, Roland. "Beynelmilel İşçiler İttihadı A". "Beynelmilel İşçiler İttihadı (Mütareke İstanbulu'nda Rum Ağırlıklı Bir İşçi Örgütü ve TKP ile İlişkileri)". Derleyen: Erden Akbulut ve Mete Tunçay. Sosyal Tarih Yayınları. 2009. İstanbul. s. 46

132. Haupt, George ve Paul Dumont. "Osmanlı İmparatorluğu'nda Sosyalist Hareketler". Gözlem Yayınları. İstanbul. 1977 s. 191-192

133. Osmanlı devletinin soykırım politikalarının detaylarına burada girecek fırsatımız maalesef mevcut değildir. Öte yandan Türkçe kaynaklardan Ermeni ve Rumlara yapılmış olanlar hakkında ayrıntılı bilgi edinmek isteyen okurlarımıza Taner Akçam'ın "Ermeni Meselesi Hallolunmuştur: Osmanlı Belgelerine Göre Savaş Yıllarında Ermenilere Yönelik Politikalar" ve Pervin Erbil'in "Anadolu'ya Ağlıyordu Niobe Tüm Yönleriyle Rum Tehciri Ve Tehcirin Tarihsel Kaynakları" isimli kitapları tavsiye edebiliriz.

134. "Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri". Haz. Mehmet Kaynar. Der Yayınevi. İstanbul. 2001. s. 206-207

135. Çetinoğlu, Sait. "Türkiye ‘Sol' Hareketlerinde Milliyetçi Virüs 2". http://www.norzartonk.org/?p=3406

136. Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri". Haz. Mehmet Kaynar. Der Yayınevi. İstanbul. 2001. s. 214

137 Çetinoğlu, Sait. "Türkiye ‘Sol' Hareketlerinde Milliyetçi Virüs 1" ve . "Türkiye ‘Sol' Hareketlerinde Milliyetçi Virüs 2". http://www.norzartonk.org/?p=3401 ve http://www.norzartonk.org/?p=3406

138. Ginzberg, Roland. "Beynelmilel İşçiler İttihadı A". "Beynelmilel İşçiler İttihadı (Mütareke İstanbulu'nda Rum Ağırlıklı Bir İşçi Örgütü ve TKP ile İlişkileri)". Derleyen: Erden Akbulut ve Mete Tunçay. Sosyal Tarih Yayınları. 2009. İstanbul. s. 46

139. Dimitrov, Georgi. "The European War and the Labour Movement in the Balkans". The Communist International. 1924, No. 5 (Yeni Seri), http://www.marxists.org/reference/archive/dimitrov/works/1924/x01.htm

Reply · Report Post