Mustafa Özcan’ın “Âlim mi Teolog mu?” Başlıklı Pespaye Yazısı Üzerine


Mustafa Özcan’ın “Âlim mi Teolog mu?” Başlıklı Pespaye Yazısı Üzerine
Not: Bu yazıdaki dil ve üslup “ve cezâü seyyietin seyyietün mislühâ” ayetinin fehvasınca Özcan’ın yazısına mümasil tarzdadır.

Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK

Mustafa Özcan adlı şahıs Hüküm Dergisinde (Yıl: 2, Sayı: 23 Kasım 2014) “Alim mi Teolog mu?” başlıklı bir yazı kaleme almış ve bu yazısında beni kıyasıya eleştirmek için akla ziyan yollara başvurmuş! Yazıda şahsımı ana hedef olarak seçerken Mehmet Okuyan ve Caner Taslaman gibi isimlere de hayli dokundurmuş. Bilmeyenler için arz edeyim, bu Mustafa Özcan isimli zat hayli zamandan beridir beni gördükçe veya benden söz edildikçe ciddi karın ağrısı çeken birisi. Bu mesele bir yana, geçmişte Arap ülkelerindeki Selefi karakterli eğitim kurumlarında az çok Arapça ve İslami ilimler tedrisatı yapmış olmasından hareketle, kendini allâme-i cihan sanmak gibi bir pervasızlığı olan ve meşrebinden hoşlanmadığı herkese parmak sallamak gibi kötü bir huyu da bulunan bu mezbur zat, söz konusu yazısında bakın benim hakkımda neler demiş:
Mustafa Öztürk, Ahmet Hakan’a ekranda şunları söylüyor: İyi bir İlahiyatçı en az iki ölü, üç yaşayan dil bilmelidir. İslam İlahiyatçısı Yahudilik ve Hıristiyanlığı da iyi bilmeli ki o dinlerde İslam arasında mukayeseli okumalar ve tahliller yapabilmelidir. Burada Kur’an ve Sünnete hiç atıf yok. Ölü ve canlı diller benzetmesi bana ölü ve canlı Yaşar Nurileri hatırlattı.
Evet, yanlış okumadınız; bütün bu sözleri ben söylemişim. Hem de ekranda, hem de Ahmet Hakan’ın programında. Özcan’a sormak gerekir: Yoksa siz Mustafa Öztürk derken, İlber Ortaylı’yı mı kastediyorsunuz? Ortaylı’nın çehresiyle Mustafa Öztürk’ü birbirine karıştırmak ya da Ortaylı’yı Öztürk sanmak bir gazeteci için pek mümkün ve makul olmadığına göre yoksa siz Ahmet Hakan’ın o programını seyretmediğiniz halde seyretmiş havasında kafanıza göre mi yazıp çiziyorsunuz? Yoksa siz, Akşam Gazetesi’nde Atıf Hüseyin müstearıyla yayımlanan, “Takım Çantası Denebilir mi?” başlıklı yazıyı okuyup, o yazıdaki “İlber Ortaylı’nın hep söylediği, dün Hürriyet’te yayınlanan Ahmet Hakan’a verdiği söyleşide de yinelediği bir görüşü vardır. “İyi bir ilahiyatçı en az iki ölü, üç yaşayan dil bilmelidir. İslam ilahiyatçısı Yahudilik ve Hıristiyanlığı da iyi bilmeli ki o dinlerle İslam arasında mukayeseli okumalar ve tahliller yapabilmelidir”… Mustafa Öztürk’ün iki ölü, üç yaşayan dil bilip bilmediğini bilmiyorum. Ama takip ettiğim kadarıyla kadim külliyata vakıf olacak kadar Arapçası, batı literatürünü tarayacak kadar İngilizcesi olduğu kesin. Yahudiliği ve Hıristiyanlığı bildiği kadar İslam öncesi toplulukların yerel inanışları ve davranışları hakkında malumatları olduğu da görülüyor.
Kısacası Öztürk, Ortaylı’nın tanımladığı ilahiyatçı olmaya dünyada ve Türkiye’de namzet gösterilecek isimlerden biri benim kısıtlı gözlemlerime ve değerlendirmelerime göre.” şeklindeki pasajı kasd-ı mahsusla çarpıtmak ve böylece bizi Ahmet Hakan’ın program konuğu mu yapmaya çalışıyorsunuz?
Ahmet Hakan’ın programına katılan ve o sözleri söyleyen ben değil, İlber Ortaylı iken, sen nasıl olur da bütün bunları bana mal edebilir ve bunun üzerinden sözüm ona samimi müslüman pozlarıyla dinî düşüncem ve bilhassa Kur’an ve Sünnet’i yok saydığım yönünde kesin hükümler kurabilirsin? Sen hiç utanmaz sıkılmazsın? Madem Allah korkun yok, kuldan da mı utanmazsın? Altına imza attığın bu çirkefliğin yüzünüze vurulacağından da mı haya etmesin? Bu nasıl bir rezilllik, bu nasıl bir kepazeliktir?
Ben güya “İyi bir İlahiyatçı ölü veya diri üç beş dil bilmeli” demişim ve dolayısıyla Kur’an ve Sünnet’ten hiç söz etmemişim, öyle mi? Bu nasıl bir yalan, bu nasıl bir iftira, bu nasıl bir karalamadır? Allah’tan kork, önce beni katılmadığım bir televizyon programına konuk ettin, ardından söylemediklerimi söylettin. O da yetmedi, söylemediklerim üzerinden kesin hükmü de kestin. Şayet senin zerre kadar ilmî ve ahlaki seviyen olsaydı, sözünü ettiğin Tv24’teki ilk programımda –ki bu programın konusu Kur’an ve Sünnet’ti- Kur’an ve Sünnet hakkında ne söylediklerimi merak buyurup dinler, ondan sonra da böyle bir yazı yazmakla ne büyük halt ettiğini anlardın. Ben ki “es-sünnetü kadiyetün ale’l-kitâb” fikrini savunduğum, “Müslümanlar Kur’an’dan ziyade Hz. Peygamber ve onun sünnetine şükran borçludurlar” dediğim için, sözüm ona Kur’an İslam’ı söylemini savunan çevreler tarafından topa tutulmuşum. Sen az biraz insaf, vicdan ve ahlak sahibi olsaydın, böyle bir yazı yazıp kendini rezil etmezdin.
Bütün bu gayri ahlaki tutumuna ve bu yazıyla ortaya koyduğun affedilmez cürmüne rağmen, hiç utanıp sıkılmadan sözüm ona hamiyet-i diniyle pozuyla, “Mustafa Öztürk, ‘Kur’an alet çantası gibidir” demiş. Anlaşılan dilinin şirazesi ve ölçüsü kaçmış ya da yok.” diyorsun. Evet, Kur’an bütün mezheplerce alet çantası gibi kullanılmıştır, dedim, yalan mı söyledim? İstersen git, muhkem-müteşabih ayetinin tefsirinde Fahreddin er-Razi’nin ne söylediğine bir bak. Bak da gör, Razi, “Hangi ayet hangi mezhebin görüşüne uygunsa ona muhkem, hangi ayet hasım mezhebin görüşüne uygunsa ona müteşabih deniştir. Öteden beri bütün ümmet-i muhammed nezdinde cari olan kaide budur.” diyor mu, demiyor mu? Bu söz, “Kur’an tüm mezheplerce alet çantası gibi kullanılmış, istismar edilmiş” anlamına geliyor mu, gelmiyor mu?
Hele, bir şey biliyormuş gibi söylediğin sözler yok mu, bunlar hepten kahredici. Sözgelimi, “Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında hadisin zaruretini anlatmak için “Kur’an hammâlü vücuh” denilir. Yani Kur’an birçok görüşe açıktır…. Mustafa Öztürk ise hammâlü evcüh/vücuh ifadesini alet çantası olarak ifade etmektedir” şeklindeki ifadelerin maalesef evlere şenliktir. Zira bu söz bir kere Hz. Ali tarafından İbn Abbas’a bir tavsiye olarak söylenmiş ve Haricilerle tartışmasında Kur’an’ın istismar edilebileceğine, bu yüzden onlarla Kur’an üzerinden değil, Hz. Peygamber ve sünnet tecrübesi üzerinden tartışması gerektiği tembihlemiştir. Dolayısıyla bu söz teknik anlamda tefsir veya Kur’an’ın hadisle tefsir edilmesine değil, Kur’an’daki lafızların farklı manalara çekilip istismar edilebileceğine işaret etmektedir.
Bu mesele bir tarafa, özellikle Tefsirin Halleri adlı kitapta tefsir ilminin her şeyden önce ve özellikle hadis ve rivayete dayalı bir ilim olduğuna dair yüz sayfa kadar yazmış ve hemen her mahfilde bunu defalarca vurgulamış bir kişiye, ne yazdığı ve ne konuştuğu hakkında hiçbir bilgi olmadan, üstelik bilgi sahibi olma ihtiyacı duymadan, sırf kendi zihninde bizi 28 Şubat sürecinde Kemalistler ve Laikçiler tarafından kriz uleması olarak ön plana çıkarılan ve kendisine televangelik vaizlik yaptırılan Yaşar Nuri ile aynı kefeye koymandan hareketle kendi kafana göre çalıp söylüyorsun ve bütün bunları yaparken de “Acaba ben bu adam hakkında ne biliyorum, kendisini ne kadar tanıyorum?” gibi ortalama bir insan vicdanına sahip olma ihtiyacı duymayacak da kadar da vicdansız olabiliyorsun. Bu yüzden de bizi dünya görüşü noktasında hemen hiçbir müştereğimiz olmayan Ahmet Hakan, Yaşar Nuri gibi isimlerle yan yana koyabiliyorsun, yine bizi Kur’an ve tefsir konusunda kendilerine iki ayrı eleştiri yazısı yazdığım Mehmet Okuyan ve Caner Taslaman’la aynı paradigmaya sahip biri gibi takdim edebiliyorsun. Sonuç olarak, Mustafa ÖZCAN baştan sona arızasın, baştan sona cahil, nadan ve nobransın. Üstelik gazetecilik ahlakı açısından Doğan medyasında bile eşine az rastlanır türden bir ahlaksızlığın temsilini yapmaktasın. Yazıklar olsun!

Reply · Report Post