Ensar Karahan

Devrimci Yol üyesi olduğu gerekçesiyle 26 Mayıs 1981 akşamı Artvin’de gözaltına alınan Ensar Karahan, daha sonra işkencehane olarak kullanılan eski Öğretmen Okuluna götürüldü. Tanıkların ifadelerine göre önce askerler tarafından dövüldü, ardından elektrik, askı ve tazyikli su gibi yöntemlerle işkenceden geçirildi. Sorgulama dışındaki zamanlarda tavandaki bir boruya ancak ayaklarının ucu yere değecek şekilde kelepçelendi.

31 Mayıs 1981 gecesi, aynı yerde sorgulanan görgü tanıklarının Artvin Jandarma Alay Komutanı Binbaşı Ahmet Selek, Şavşat Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı Mustafa Eken, Üsteğmen Ferit Ildıran ve polis İsmail Kerimoğlu olarak teşhis ettikleri bir grup, yanlarında kimlikleri belirlenemeyen birkaç kişi ile eski Öğretmen Okuluna geldiler. Görgü tanıklarından biri, olanları şöyle anlatır:

“Ensar’ın yanına gittiler. Binbaşı Ahmet Selek askerlerden birinin tüfeğini alıp Ensar’ı dipçiklemeye başladı. Binbaşı yorulunca tüfeği Yüzbaşı Mustafa Eken aldı. Önce bütün gözaltındakileri sıra dayağına çekti, sonra Ensar’ın yanına geldi. ‘Ensar, adını bu Artvin’den sileceğim’ diye bağırdı. Acımasızca dipçikliyordu. Sonra hepsi birden saldırdılar Ensar’ın üstüne, bir yandan küfrediyor, bağırıp çağırıyorlar, bir yandan dipçikleyip tekmeliyorlardı. En son bir hırıltı geldi Ensar’dan ve simsiyah kan kustu. Sesi hiç çıkmaz olmuştu. Etrafa bir koku yayıldı. Ortalık sessizleşti. İşkenceciler apar topar orayı terk ettiler.”

Otopsi raporunda Ensar Karahan’ın ölüm nedeni “darp sonucu dalak yırtılması” olarak teşhis edildi. Savcılık, işkence ile ölüme sebebiyet verdikleri savıyla, ilgili polis ve askerler hakkında Erzurum Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinde dava açtı. Dava sonunda 6 sanığa beşer yıl dörder ay ceza verildi.


Cumali Şimşek

12 Eylül’den sonra gözaltına alınarak Kayseri Emniyet Müdürlüğünde sorgulanan ve daha sonra tutuklanarak Zincidere Askeri Cezaevine gönderilen 18 yaşındaki ülkücü Cumali Şimşek, görgü tanıklarının ifadesine göre, gördüğü ağır işkence sonucu bilincini kaybetti. Cezaevi idaresi tarafından hastaneye sevk edilmeyen Şimşek, girdiği komadan kurtulamayarak 1 Ağustos 1981’de hücresinde hayatını kaybetti.


Fehmi Özaslan

Maraş’ın bir köyünde gözaltına alınıp, köylülerin önünde dövüldükten sonra işkenceli soruşturmalar için kullanılan Kahramanmaraş Eğitim Enstitüsüne gönderildi, 21 Ağustos 1981’de gözaltındayken öldü. O dönemde aynı yerde sorgulanmakta olan Zeynel Baba, Özaslan’ın getirilişini yıllar sonra “Bizler gözaltındayken çenesi ve kaburgaları kırılmış, yaralı olarak getirdiler. Vahşi işkencelerini herkesin duyacağı ve göreceği bir biçimde ölene kadar devam ettirdiler.” diye anlatır. Baba, Eğitim Enstitüsü’nde işkence yapanların Necdet Kondolot, Şerif Uzer, Ali Aydın, Osman Çeçen, Sedat Caner ve Yüzbaşı Mahmut Aydemir olduğunu iddia etti. Ankara’da görülmekte olan Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi Halkın Devrimci Öncüleri (THKP-C/HDÖ) davası sanıklarından Cengiz Bülbül de, 19 Ocak 1982 tarihli duruşmada, Fehmi Özaslan’ın işkence ile öldürüldüğünü anlattı.

Uluslararası Af Örgütü 10 Haziran 1988 tarihinde Türk makamlarına yazarak Özaslan hakkında bilgi istedi. 2 Mart 1989 tarihli cevapta, Özaslan’ın “lobuler pnömoni” sonucu öldüğü, savcılığın kovuşturmaya gerek duymadığı belirtildi.


Metin Sertbulut

20 Ağustos 1981 günü Devrimci Yol üyesi olduğu gerekçesiyle eşi ve yeni doğmuş kızıyla birlikte gözaltına alınan Metin Sertbulut, İzmir Emniyet Müdürlüğündeki sorgusu sırasında durumu kötüleştiğinden, kaldırıldığı hastanede 25 Ağustos 1981 tarihinde hayatını kaybetti. Eşinin ifadesine göre, onun ve bebeklerinin önünde işkenceden geçirilen ve karısına sarkıntılık edilip tecavüzle tehdit edilen Sertbulut, İzmir Emniyet Müdürlüğünün yaptığı resmi açıklamaya göre İzmir Tepe Göğüs Hastanesi’nde “tüberkülozdan” ölmüştü. Savcılık kovuşturmaya gerek duymadı ve dosya kapandı


12 Eylül 1981 tarihinde, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, radyo ve televizyonda yaptığı konuşmasında şunları söyledi:

“İç terör odaklarının dış uzantıların amacı, hiç şüphesiz devletimizi dost ve müttefik ülkelerle bağlı bulunduğumuz paktlardan ayırmak, bazı kendilerine demokratik kitle örgütleri dedikleri yıkıcı kuruluşlar vasıtasıyla ülkemiz üzerinde baskı kurmaktır. Bu amacın gerçekleşmesi için, kısıtlamalar, gözaltı ve tutuklanmalar ile güvenlik kuvvetlerinin tutumu ve davranışları alabildiğine tahrik edilerek Türkiye ve yeni yönetim aleyhinde yoğun bir propaganda sürdürülmüştür.

Dışarıya kaçan vatan hainleri güdümünde yapılan bu menfi propagandanın amacı, terör odaklarına karşı çok başarılı bir mücadele veren güvenlik güçlerini etkisiz hale getirmek, yönetimi dünya kamuoyuna kötülemektir.”


Süleyman Cihan

28 Temmuz 1981 tarihinde yasadışı örgüte üye olmak suçundan gözaltına alınan Türkiye Komünist Partisi / Marksist-Leninist (TKP/ML) Genel Sekreteri Süleyman Cihan, Müdür muavinliğini Mehmet Ağar’ın yaptığı İstanbul Gayrettepe’deki 1. (Siyasi) Şube’de iki ay boyunca sorgulandı. Gözetim altındayken 15 Eylül 1981 tarihinde öldü.

Kürşat Istanbullu’nun “Gözaltında Kaybolanlar” kitabında 33.-47. sayfalar arasında detaylı bir biçimde anlatılan bu vakada, Cihan’ın işkence edilerek öldürüldüğüne dair 6 şahit olmasına ve işkencecilerden birinin Uğur Gül olduğunun şahitlerce işaret edilmesine rağmen, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Cihan’ın binanın 6. katından atlayarak intihar ettiği açıklamasını yaptı. Gayrettepe’de işkence gören TKP/ML militanları, binanın üst katlarına gözleri bağlı çıkarıldıklarını, burada polislerin kendilerine “Süleyman Cihan kendisini buradan attı ya da attık, her neyse… Akıbetin aynı mı olsun?” dediklerini anlattılar.

Savcılık bu ölümde şüpheli herhangi bir durum görmeyerek kovuşturma açmaya gerek duymadı, dosya kapatıldı.


Behzat Firik

TKP/ML’nin silahlı kanadı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) militanı Pir Hasan Kulaç’ın 5 Eylül 1981’de öldürüldüğü çatışmanın ardından, bölgede süren operasyonlar sırasında, askeri birlikler, TKP/ML üyesi olduğu gerekçesiyle 10 Ekim 1981 tarihinde Behzat Firik’i Tunceli Ovacık’taki evinde gözaltına aldılar.

Behzat’ın ağabeyi Ali Ekber Firik, “Kardeşimi nereye götürüyorsunuz?” deyince onu da beraber götürdüler. Ali Ekber Firik’in ifadesine göre, ormanlık araziye götürülen kardeşler, bir ağaca bağlandılar. Behzat Firik, “Kulaksız Yüzbaşı” olarak bilinen Yüzbaşı Aytekin İçmez tarafından sorguya çekildi. Askerler, Behzat Firik’i konuşturmak için ateşte ısıttıkları kızgın demirle vücudunun çeşitli yerlerini, dilini ve dudağını dağladılar; sonra ayaklarını közün içine sokarak yaktılar. Kardeşine böylesine işkenceler yapılırken kendinden geçen ağabeyi de ayıltıp, “Bak sen söyle yoksa kardeşini öldüreceğiz.” dediler. Sonunda, Behzat Firik’i kurşuna dizerek öldürdüler.

Eyüp Hanoğlu, 15 Aralık 2008’de bir blogda, Behzat Firik vakası aynı döneme rastlayan çocukluk günlerindeki Tunceli kırsalını şöyle anlatır:

“Daha çocuk yaşlarımda; evimizin bulunduğu köyün altındaki araba yolunda, büyüklerimizin adına ‘cemse’ dediği asker arabalarının kendileri veya sesleri belirdiğinde, büyüklerimizin “heywax eskerê Tırki yeno” [‘Eyvah Türk askeri geliyor’] lafını söylediklerinde o çocuk dünyamızda oluşan irkilme ve korku […] Çünkü o asker arabaları […] her geldiklerinde; ya köyün büyüklerini karın üzerine çıkarıp döverler ya evlerimizi aramak adına her şeyi söküp evi savaş alanına çevirirler ya da evlerindeki masum insanları rasgele dövüp hakaret ederlerdi. Onlar annelerimize, babalarımıza, dedelerimize, ninelerimize, ağabeylerimize zulmederken biz çocuk halimizle tir tir titreyerek bu kabusun bitmesini beklerdik. […]

O zamanlar Kulaksız Yüzbaşı adında meşhur bir adam gelmişti Ovacık’a. Kenan Güven de Tunceli valisiydi. O iki ismi duyduğunda sadece biz çocuklar değil büyükler de irkilirdi yerinden. Kulaksız yüzbaşının yaptıklarını, eğer vicdanı varsa insanlık hiçbir zaman affetmeyecektir. Behzat Firik adında bir genci, abisinin gözleri önünde ağaca bağlayıp diri diri yakmıştı örneğin. Gittiği her köyde halka yaptığı zulümler dilden dile dolaşırdı, biz çocuklar ise onu rüyalarımızda kabus olarak görürdük. Komşu köyümüzde askerin korkusuyla felç geçirip dilsiz kalan kadını, havladığı için ateş edilip vurulan köpeği, askerin “içerde kaç kişi var?” sorusunu “yalavuz bir kişi” diye yanıtladığı için evinde bir ‘terörist’ beslediği varsayılıp dipçiklenerek sakat bırakılan yaşlı kadını, yakılan-yıkılan, hayatı karartılan evleri, köyleri, hayvanları, insanları […]

Askerler köyümüze geldiklerinde, köyün saygı duyduğu saçları ağarmış, yaşları geçmiş ‘insan-ı kamil’lerimizi herkesin önünde döverlerdi. Bunu seyrederken sadece büyükler değil biz çocuklar bile utançtan önümüze bakardık. […] Değerlerimize, insanlarımıza hakaret ederler, ziyaretlerimize tükürürlerdi, onların sorularına Türkçe yanıt veremeyen yaşlı kadınlara dipçikle vururlardı. […] Öyle ki rüyada Türk askeri görmek uğursuzluktu. […] Gündüzleri köyün dışında arkadaşlarımızla oyun oynarken, asker arabası sesi duyduğumuzda ağlayarak evlerimize doğru kaçardık. Bir defasında asker arabasından önce köyün içine varamadığımız için, bir arkadaşım “Türkler bizi öldürecek” korkusundan altına işeyip bayılmıştı. Yaşları 4 ile 6 arasında olan biz tüm çocuklar kan ter içinde köye doğru koşarken neler hissettiğimizin, yaşadığımız kabusların, bizden çalınan çocukluğumuzun ve bugünlerimize kadar taşıyıp getirdiğimiz travmalarımızın hesabını bugün bize kim verecek?”

Sıkıyönetim Komutanlığı yaptığı resmi açıklamada Behzat Firik’in kaçtığını ve “dur” ihtarına uymadığı için vurularak öldürüldüğünü açıkladı. O günden beri, oğlunun acısıyla yas tutan, sözlü geleneğinin son temsilcilerinden olan, Dervişcemal dergahı piri Firik Dede, 2007 Temmuz’unda 106 yaşında ölene kadar sakallarını bir daha kesmedi ve bir daha hiç konuşmadı.

Uluslararası Af Örgütü 10 Haziran 1988 tarihinde Türk makamlarına yazarak Behzat Firik hakkında bilgi istedi. 2 Mart 1989 tarihli cevapta, Firik’in “dur” ihtarına uymadığından vurularak öldürüldüğü iddia edildi. Savcılık kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi ve dosya kapandı.

Emekli Albay Aytekin İçmez, 30 Eylül 2009 günü Bursa’da, evinin salonunda boğazına sıkılan tek kurşunla öldürüldü. Behzat Firik’in intikamını almak amacıyla yapılan bu eylemi, Maoist Komünist Partisi – Halk Kurtuluş Ordusu üstlendi.


Talip Yılmaz

Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birlikleri (MLSPB) üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklu bulunduğu Hasdal'daki Kara Kuvvetleri Komutanlığı 3. Kolordu Özel Tip Askeri Cezaevinden 21 Ekim 1981 tarihinde kaçmaya çalışırken yakalanıp, jandarmalar tarafından dövülerek öldürüldü. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığından yapılan açıklamada, “Marksist-Leninist Silahlı Propaganda Birlikleri adlı yasa dışı örgüt üyesi Talip Yılmaz, tutuklu olduğu Hastal Cezaevinden kaçmaya teşebbüs ederken, görevliler tarafından açılan ateş sonucu öldü.” denildi.

Uluslararası Af Örgütü’nün Nisan 1989 raporuna göre, açılan dava sonucu 2 jandarma ikişer yıl birer ay ceza aldılar.


Mehmet Ceren

12 Eylül darbesinden sonra TKP/ML üyesi olduğu gerekçesiyle aranmaya başlayan ve saklanan Mehmet Ceren; ailesine, arkadaşlarına ve akrabalarına yapılan jandarma baskısı yoğunlaşınca teslim olmaya karar verdi. 6 Ekim 1981 sabahı Adana’nın bir köyündeki ailesine uğrayıp, “Teslim olmaya karar verdim. Adana’ya gidiyorum, inşallah orada kalırım. Maraş’a gönderirlerse 48 saat geçmeden ölümü getirirler köye…” diyerek yola çıktı ve Adana’da teslim oldu. 18 Ekim 1981 tarihinde Adana’dan Kahramanmaraş’a sevk edildi.

22 Ekim 1981 sabahı, kapısına gelen bir subay, baba Vahap Ceren’e “Amca, başın sağolsun. Oğlun Mehmet dün Maraş’ta vefat etti.” haberini verdi. Vahap Ceren, içeride endişeyle bekleyen anne Ayşe Ceren’e “Mehmet’imiz gitti. Öldürmüşler oğlumuzu.” diyebildi.

Baba Sıkıyönetim karargahına götürüldü, “Oğlun hastalanmış, kalp krizinden ölmüş.” denildi ve defin kağıtları imzalatıldı. Oğlunu son kez görmek isteyince, askerler tarafından engellendi: “Hiç kimseye göstermeme emrini aldık.” Köylere döndüklerinde, Mehmet Ceren’in naaşı, yaklaşık 40 askerin nezaretinde mezarlığın uzak bir köşesine defnedildi, baba ve köylüler mezarlık dışında tutuldu, dini törene izin verilmedi. Cenaze gömüldükten sonra köylülerle konuşan subay “Bu mezarın yakınına kimse yaklaşmayacak.” dedi.

Uluslararası Af Örgütü 10 Haziran 1988 tarihinde Türk makamlarına yazarak Mehmet Ceren hakkında bilgi istedi. 2 Mart 1989 tarihli cevapta, Ceren’in “akciğer iltihaplanması” sonucu öldüğü, savcılığın kovuşturmaya gerek duymadığı ve dosya kapatıldığı bildirildi.

Halkçı Parti Diyarbakır milletvekili Kadir Narin, 4 Şubat 1986 tarihinde İçişleri Bakanlığının yanıtlaması kaydıyla verdiği soru önergesine de aynı cevabı aldı.

İtiraf ettiği işkenceler 2 Şubat 1986 tarihinde Nokta dergisinde yayınlanan polis memuru Sedat Caner de Ceren’in öldüğü dönemde Kahramanmaraş’ta görevliydi:

“Mehmet Ceren isimli kişiyi kasap askısına almışlardı. Aynı zamanda erkeklik organına cereyan veriyorlardı. Kasap askısından indirilirken ayakları bağdan kurtuldu. Alt tarafta bulunan lastiğin kenarına boynu isabet edince boyun kemiği kırıldı. O sıralar Sıkıyönetim Komutan yardımcısı olan Yusuf Haznedaroğlu, Kurmay Başkanı Binbaşı Nevzat Bekaroğlu, Siyasi Şube müdürü Necdet Kondolot, Başkomiser Hüseyin Güler Sönmez, polis memuru Bilge Akdoğan da bu konuda bilgi sahibidirler.”

Reply · Report Post