Piotr Czerski

Biz, Web Çocukları.

Kitle iletişim araçları söyleminde büyük olasılıkla “jenerasyon”dan daha fazla sömürülmüş bir kelime daha yoktur. Bir keresinde, “sıfır jenerasyonu” hakkındaki ünlü makaleden beri, yani geçtiğimiz on yıl boyunca ortaya atılan “jenerasyonlar”ı saymaya çalışmıştım; sanırım sayıları 12 kadardı ve hepsinin ortak noktası sadece kağıt üzerinde varolmalarıydı. Gerçek bize hiçbir zaman, bizi önceki jenerasyonlardan sonsuza dek ayıracak ortak bir deneyim, elle tutulur, anlamlı, unutulmaz tek bir itici güç sunmamıştır. Biz böyle bir şeyi arayıp dururken çığır açan değişim kablo tv, cep telefonları ve herşeyden önemlisi internet erişimi ile hiç fark edilmeden geldi. Son on beş yılda ne büyük değişimler yaşandığını ancak bugün tam anlamıyla kavrayabiliyoruz.
Biz, Web Çocukları; biz, internetle ve internette büyüyenler, bu terimin kriterlerini biraz rahatsız edici bir şekilde yerine getiren bir jenerasyonuz. Biz gerçeğin itici gücünü yaşamayız; yaşadığımız şey gerçeğin kendisinin başkalaşımıdır. Bizi biraraya getiren de ortak, sınırlı bir kültürel içerik değil, içeriğin kendi kendine tanımlandığına ve seçme hakkının belirleyiciliğine olan inançtır.

Bunu yazarken “biz” zamirini kötüye kullandığımın farkındayım çünkü bizim “biz”imiz değişken, sürekliliği olmayan, bulanık ve eski sınıflandırmalara göre “geçici”dir. Ben “biz” dediğimde bu “çoğumuz” veya “bazılarımız” anlamına gelir. Ben, “bizler…” dediğimde “bizler genellikle…” anlamına gelir. Ben, sadece kendimizden bahsedebilmek için “biz” derim.

Biz internetle ve internette büyüdük. Bizi farklı yapan da budur; sizin açınızdan şaşırtıcı da olsa can alıcı nokta budur; farklılık: biz “sörf yapmayız” ve bizim için internet bir “yer” ya da “sanal bir mekân” değildir. Bizim için internet gerçeğin dışında bir şey değil, onun bir parçasıdır: fiziksel çevre ile iç içe geçmiş, görünmez ama daima mevcut bir katman. Biz interneti kullanmayız, internette ve onunla birlikte yaşarız. Eğer size geçmişten bugüne olan hikâyemizi örneklemeyle anlatacaksak bizi şekillendiren her deneyimin doğal bir internet yönü olduğunu söyleyebiliriz. Dostlarımızı ve düşmanlarımızı online buluruz, sınavlar için kopyalarımızı online hazırlarız, partilerimizi ve ders çalışma seanslarımızı online planlarız, online aşık olur, online ayrılırız. Web bizim için öğrenmemiz gereken bir teknoloji değil sıkı sıkı tutunmayı başarabildiğimiz bir şeydir. Web, bizimle birlikte ve bizim aracılığımızla, sürekli oluşan ve gözlerimizin önünde devamlı dönüşüm geçiren bir süreçtir. Az gelişmiş ülkelerde teknolojiler önce ortaya çıkar ve sonra kaybolurlar; web siteleri kurulur, önce yeşerip sonra ölürler ama Web devamlıdır, çünkü Web bizleriz; birbirimizle, insanoğlunun tarihinde daha önce bir benzeri görülmemiş şekilde yoğun, etkin ve bize doğal gelen bir yöntemle iletişim kuranlarız.

Web’de büyüyenler olarak farklı düşünürüz. Bilgiye ulaşabilmek bizim için sizin, bilmediğiniz bir şehirde tren garını veya postaneyi bulabilme beceriniz kadar temel bir şeydir. Bir şey bilmek istediğimizde – ki bu suçiçeğinin ilk belirtileri, “Estonya”nın batışının ardındaki nedenler veya su faturasının şüphelenilecek kadar yüksek olup olmadığı hakkında olabilir- yüksek teknoloji seyir sistemiyle donatılmış bir arabanın sürücüsünün kesinliğiyle hareket ederiz. İhtiyaç duyduğumuz bilgiyi pek çok yerde bulacağımızı biliriz, bu yerlere nasıl ulaşabileceğimizi biliriz, buraların güvenilirliklerini nasıl değerlendireceğimizi biliriz.

Tek cevap yerine farklı pek çok cevap bulmayı ve inanılır gibi görünmeyenleri yok sayarak bunlar arasından en olası versiyonu seçmeyi kabullendik ve öğrendik. Seçiyoruz, eliyoruz, hatırlıyoruz ve öğrenilmiş bir bilgiyi gelişmeler ışığında yenisi ve daha iyisi ile değiştirmeye hazırız.

Bizim için Web bir tür ortak dış hafızadır. Tarihler, toplamlar, formüller, cümlecikler, cadde adları, ayrıntılı tanımlar gibi gereksiz ayrıntıları hatırlamak zorunda değiliz. Bizim için bilgiyi işlemek ve diğerleriyle ilişkilendirmek için gereken öze sahip olmak yeterlidir. Ayrıntılara ihtiyaç duyarsak birkaç saniye içinde ulaşabiliriz. Aynı şekilde, her konuda uzman olmamız gerekmez çünkü bizim bilmediğimiz konularda uzmanlaşmış ve güvenebileceğimiz insanları nerede bulacağımızı biliriz. Sadece bilginin varoluşunu hareket ettikçe sürdürebileceğine, karşılıksız ve (her gün: okuldayken, işteyken, günlük sorunları çözerken, ilgi alanlarımızla uğraşırken) herkesin kullanımına açık olması gerektiğine olan ortak inancımız nedeniyle, uzmanlıklarını kar amacı gütmeden bizimle paylaşan insanlar… Nasıl rekabet edebileceğimizi bilir ve bunu yapmayı severiz ama rekabetimiz, farklı olma arzumuz, bilgiyi tekelleştirme üzerine değil bilginin üzerine, bilgiyi yorumlama ve işleme becerisinin üzerine inşa edilmiştir.
Kültürel hayata katılmak bizim için alışılmışın dışında bir şey değildir: küresel kültür kimliğimizin asli yapıtaşıdır; kendimizi tanımlamakta geleneklerden, tarihsel hikâyelerden, sosyal konumdan, atalardan ve hatta kullandığımız dilden bile daha önemlidir. Kültürel etkinlikler okyanusundan en uygun olanları çıkartır; onlarla ilişkiye girer, onları gözden geçirir ve gözden geçirdiklerimizi bu amaçla yaratılmış ve aynı zamanda bize beğenebileceğimiz başka albümleri, filmleri veya oyunları da önerebilecek web sitelerinde saklarız. Bazı filmleri, dizileri veya videoları, dünyanın her yerindeki meslektaşlarımız ya da dostlarımızla birlikte izleriz. Bazıları hakkındaki beğenilerimizi, belki de hiçbir zaman yüz yüze gelmeyecek küçük bir grup insanla paylaşırız. Kültürün giderek daha küresel ve aynı anda bireysel hale geldiğini düşünmemizin nedeni budur. Ona ücretsiz erişim istememizin nedeni de aynıdır.

Bu, her ne kadar biz bir şey yarattığımızda genellikle onu dağıtılması için hemen geri veriyorsak da, tüm kültürel ürünlerin bize ücretsiz olarak verilmesini istiyoruz demek değildir. Şimdiye kadar profesyonellere ayrılan ve film veya ses dosyalarının kalitesini herkes için kullanılabilir hale getiren teknolojilere giderek daha kolay erişilebilmesine rağmen yaratıcılığın çaba ve yatırım gerektirdiğini biliyoruz. Ödeme yapmaya hazırız ama dağıtımcıların istedikleri devasa komisyonlar bize aşırı geliyor. Orijinal kalitesinden hiçbir kayba uğramadan kolaylıkla ve mükemmelen kopyalanan bir bilginin dağıtımı için neden para ödememiz gereksin ki? Sadece, tek başına bilgiyi alıyorsak fiyatın da bununla orantılı olmasını isteriz. Daha fazla ödemeye gönüllüyüz ama o zaman bazı katma değerler de almayı bekleriz: ilginç bir ambalajlama, dosyanın indirilmesini beklemeden her yerde izleme olanağı ve yüksek kaliteli bir cihaz gibi.
Teşekkür edebiliriz ve sanatçıyı ödüllendirmek de isteriz (para artık banknotlar olmaktan çıkıp ekrandaki bir dizi sayı haline geldiğinden beri ödeme yapmak iki tarafa da yarar sağlayacağı varsayılan sembolik bir değiş tokuş eylemi haline dönüştü) ama şirketlerin satış hedefleri bizi hiç ilgilendirmiyor. Onların şirketlerinin artık geleneksel biçimde bir anlam ifade etmiyor olması, mücadeleyi kabullenmek ve bize, ücretsiz alabileceğimizden daha fazla bir şeyle ulaşmaya çalışmak yerine kendi eski püskü yöntemlerini savunmaya karar vermeleri bizim suçumuz değil.

Bir şey daha: anılarımız için para ödemek istemiyoruz. Bize çocukluğumuzu hatırlatan filmler, on yıl önce dinlediğimiz müzikler: harici hafıza şebekesinde bunlar sadece anılardır. Onları hatırlamak, değiş tokuş etmek ve geliştirmek bizler için, Casablanca’nın anısı sizin için ne kadar doğalsa, o kadar doğaldır. Çocukken izlediğimiz filmleri internette buluyor ve onları kendi çocuklarımıza gösteriyoruz; aynen sizin bizlere Kırmızı Başlıklı Kız’ı veya Altın Saçlı Kız’ın hikâyelerini anlattığınız gibi. Birilerinin sizi bunu yaptığınız için yasaya aykırı davranmakla suçladığını düşünebiliyor musunuz? Biz de düşünemiyoruz.
Hesabımızdaki para izin verdiği sürece faturalarımızın otomatik olarak ödenmesine alışığız. Bir banka hesabı açmanın veya cep telefonu şebekesini değiştirmenin sadece internette bir form doldurmak ve kargoyla gelen sözleşmeyi imzalamaktan ibaret olduğunu; Avrupa’nın öbür ucundaki bir şehre kısa bir gezi planlamanın iki saat içinde gerçekleştirilebileceğini biliyoruz. Sonuçta, devletin kullanıcıları olarak onun eski çağlardan kalma arayüzünden giderek daha fazla rahatsız oluyoruz. Vergi yasasının neden bir tanesinde 100’den fazla sorunun bulunduğu bir sürü form doldurmayı gerektirdiğini anlamıyoruz. Bir ikamet adresinden diğerine taşındığımızda, sanki devletin kurumları biz araya girmeden birbirleriyle iletişim kuramıyorlarmış gibi, bunu neden resmi olarak teyit etmemizin istendiğini anlayamıyoruz (bir ikametgah adresinin gerekli olmasının yeterince saçma olduğu konusuna hiç girmiyoruz bile).

Bizlerde, yönetim meselelerinin çok önemli olduklarına inanan ve devletle etkileşimi kutsanması gereken bir şey olarak gören ailelerimiz tarafından sergilenen alçakgönüllü kabullenişin en ufak bir izi bulunmuyor. Bu açıdan kimsesiz vatandaşla bulutların arasından zorlukla görülebilen göz kamaştırıcı yüksekliklerde oturan yöneten sınıf arasındaki uzaklığı hissetmiyoruz. Bizim sosyal yapı ile ilgili görüşümüz sizinkinden farklı: bizim için toplum bir şebekeler ağı, hiyerarşik bir düzen değil. Biz, ister profesör olsun ister bir pop yıldızı herhangi biriyle bir diyalog başlatmaya alışkınız ve sosyal konumla ilgili hiçbir özel niteliğe ihtiyaç duymuyoruz. İlişkinin başarısı yalnızca mesajımızın içeriğinin önemli ve cevaplanmaya değer bulunup bulunmamasına dayanıyor. Ve eğer işbirliği, sürekli tartışma ve tezlerimizi eleştirilere karşı savunmamız sayesinde, pek çok konu hakkındaki fikirlerimizin daha iyi olduğunu hissediyorsak neden hükümetle ciddi bir diyalog beklentisi içinde olmayalım?

“Demokrasinin kurumları”na mevcut biçimleriyle dinsel bir saygı duymuyoruz, bu kurumların varsayımsal rollerine de “demokrasinin kurumları”nı kendileri için ve kendilerine göre anıtsal görenlere de inanmıyoruz. Anıtlara ihtiyacımız yok. Beklentilerimizi karşılayacak bir sisteme ihtiyacımız var; şeffaf ve yeterli bir sisteme. Ve değişimin mümkün olduğunu öğrendik: her rahatsız edici sistemin yerine başka birinin konulabileceğini, daha etkin, ihtiyaçlarımıza daha çok uyan, daha fazla fırsatlar sunan bir yenisiyle değiştirilebileceğini de...

En çok değer verdiğimiz şey özgürlük: ifade özgürlüğü, bilgiye ve kültüre erişim özgürlüğü. Web’in Web olmasının özgürlük sayesinde gerçekleştiğini ve bu özgürlüğü korumanın bizim görevimiz olduğunu düşünüyoruz. Bunu gelecek nesillere borçluyuz, aynen çevreyi korumayı borçlu olduğumuz gibi.
Belki henüz ismini koymamış olabiliriz, belki henüz tam olarak farkında olmayabiliriz ama istediğimiz gerçek, hilesiz bir demokrasidir. Demokrasi, belki de, sizin basınınızda hayali kurulandan daha fazlasıdır.

Piotr Czerski tarafından yazılan "My, dzieci sieci" Creative Commons Uznanie autorstwa-Na tych samych warunkach 3.0’dan lisanslıdır.

Unported License:
http://creativecommons.org/licenses/by-sa/3.0/
Yazarla iletişim için: piotr[at]czerski.art.pl

Reply · Report Post